Ebu Hanife ve Din Anlayışı
Ebû Hanife, 80/699’da Kufe’de doğmuştur. Asıl adı Numan b. Sabit’tir. Bağdad’ta hapishanede 150/767’da vefat etmiştir. Ebû Hanife, güçlü bir zekaya sahipti.
Küçük yaşlarda Kur’an’ı baştan sona ezberledi. İpek kumaşı ticaretiyle hayatını kazandı. Kalan zamanlarda kendisini ilme verdi. En meşhur bilginlerinden dersler aldı. İlk önce kelam ilminde derinleşti. Allah’ın varlığını, akli delillerle insanlara ispat edebilecek düzeye ulaştı. Daha sonra toplumsal hayatla ilgili meseleler dikkatini çekti ve fıkıh öğrendi. Hocası öldükten sonra, onun makamına geçti. Sorulan soruları öğrencileriyle birlikte tartışarak ve onların görüşlerini alarak cevaplandırırdı.
Akla, akıl yürütmeye ve diğer içtihat çeşitlerine önem verirdi. Bu yüzden onun yöntemine akılcılık/reycilik dendi. Bu yöntemi sürdüren taraftarlarına ise, Akıl Taraftarları adı verildi. Meseleleri akıl yoluyla çözmesi sebebiyle ona büyük müçtehid anlamında İmam-ı Azam ünvanı verilmiştir. Hanefilik adıyla bilinen fıkıh mezhebi ismini, onun adından almaktadır. Hanefilik, Müslümanların büyük bir kısmı, özellikle Türklerin çoğunluğu tarafından benimsenen bir mezheptir.
Ebû Hanife’ye göre insanlar, doğuştan günahsızdır. İslam’ı benimseyecek sağduyu ve selim bir fıtratla yaratılmıştır. Daha sonra özgür iradesiyle mümin veya kafir olur. Her insan, kendi lehinde ve aleyhinde olan şeyleri, yani haram ve helalleri bilmesi gerekir.
Din ve Şeriat birbirinden farklıdır. Din, Allah’ın bütün peygamberlere gönderdiği mesajın değişmeyen kısmıdır. Bu da inanç, ibadet ve ahlaktır. Bunun dışındaki sosyal ilişkilerle ilgili hükümler ve ibadet şekli farklıdır. Dinin bu kısmına, Şeriat denir. Allah’ın dini, tektir. O da İslam’dır. İslam bütün peygamberlere gelen dinin adıdır.
İman, dil ile ikrar kalb ile tasdiktir. İmanın kesin bilgiye dayalı olması gerekir. Hiçbir insan, büyük günah işlemekle imandan ve dinden çıkmaz. Dinden çıkaran büyük günah sadece Allah’a şirk koşmak ve onu inkar etmektir. Müslümanlar, imanda birbirine eşittir. Sadece amellerde birbirinden üstün olabilirler. Ama çok amel etmekle iman artmaz, az amel etmekle ise azaltmaz. Sadece sevap ve cezayı etkiler.
Allah insanlara gücünün yetmediği şeyleri yüklemez. Gücünün yetmediğini insanlara yüklemek, sorumluluğu kaldırır. Dinde, güç yetirebilirlik, kolaylık ve kolaylaştırma esastır.
Ebû Hanife, aklı dinde en çok kullanan kimse olarak bilinir. Akılcılıkta Hz. Ömer’in anlayışını esas almış ve onu geliştirmiştir. Dini meseleleri çözmekte aklı sınırsız bir şekilde kullanmıştır. Ona göre ayetler ve hadisler sınırlıdır. Fakat olaylar, olgular sınırsızdır. Sınırsız olan bu kadar meseleyi sınırlı ayetler ve hadislerle çözmek mümkün değildir. Dolayısıyla aklı kullanmak zorundayız. Akıl, dinin anlaşılması ve yorumlanmasında mutlak bir yetkiye sahiptir. Bu yüzden, dini meseleleri çözerken rivayetlerden çok akla ihtiyaç vardır. Akıl ve Kur’an’la çelişen hadisler, delil olamaz. Çünkü Hz. Peygamber, akla ve Kur’an’a ters bir görüş ve söz söyleyemez.
İnsanlar aklıyla ortaya koydukları görüşleri dolayısıyla küfre düşmez ve tekfir edilemez. Yani tevil varsa tekfir yoktur. Yorumları inkar eden, ayeti inkar etmiş olmaz. Ancak bazı ayetler vardır ki, onların tek bir yorumu vardır. Bu tür ayetlerin yorumunu inkar etmek ayeti inkar anlamına gelir.
Ebu Hanife, zulmeden yöneticilere daima karşı oldu. Zalim bir yönetimin adil bir yönetimle değiştirilmesi için çalıştı. Yöneticilerden emir alarak dini konularda fetva vermeyi reddetti.
Türkistan’da yerleşik hayatın köklü bir şekilde kurumsallaşması ve devlet geleneğinin yerleşmesi, İslam’ın yayıldığı dönemde de bu hayat tarzının devamını gerekli kılmaktaydı. Bu sebeple genelde merkezi otoriteye, yani Abbasilere bağlı olan, ancak bölgede kurulmuş mahalli ve özerk devletler, hukuki ihtiyacı karşılayacak sistem olarak Hanefiliği gördüler. Yani devlet geleneğine sahip toplumlar, kurdukları yeni devletlerde, çoğunlukla Hanefiliği tercih ettiler.
Çünkü Hanefilik devletin ihtiyaç duyduğu iç hukuk ve devletler hukuku alanında son derece gelişmiş bir hukuk sistemine sahipti. Hanefilik, insana, insan hak ve özgürlerine ve insani değerlere büyük önem veriyordu. İslam’ı bir kabilenin dini olarak değil bütün insanlığa gelen ilahi bir mesaj olarak anlıyordu.
Türkleri bu mezhebe çeken, Ebû Hanife’nin din anlayışı, özgürlükçü ve hoşgörülü görüşleri olmuştur. Türkler arasında benimsenen Yesevilik ile Maturidilik, Ebû Hanife’nin akılcı ve medenî görüşleri üzerine inşa edilmiştir.
Prof. Dr. Sönmez Kutlu