Millî İktisat

İktisâdî Türkçülük (Ekonomide Türkçülük): Türklerin İçtimâî Mefkûresi – Ziya Gökalp

Türkler, en eski zamanlarda göçebe hayatı yaşıyorlardı. Bu zamanlarda, Türk ik­tisadı çobanlık esasına müstenitti[1]. O zamanlarda, Türklerin bütün servetleri koyun, keçi, at, deve, öküz gibi hayvanlardan ve yedikleri süt, yoğurt, peynir, tereyağı, kımız gibi hayvani mahsullerden ibaretti. Giydikleri de bu hayvanların pöstekileri, derileri, yünleri ve yapağıları idi. Göçebe Türklerin sanayii de hep hayvani mahsuller üzerinde işlerdi: Develerin ayağından (ayak) adı verilen kı­mız kadehleri, öküzlerin uyluk kemiğinden kımız sürahileri yapılırdı. Hayvanın ne kemiği, ne boynuzu, ne bağırsağı, hulasa hiçbir şeyi atılmazdı. Her nescin- den[2] Türk’e mahsus bir sınai mamule vücuda getirilirdi.

Eski Türkler, ticarete de yabancı değildiler. İlhanlık devirlerinde devletin en büyük varidat[3] menbaı, Çin’den Avrupa’ya ipek götüren ve Avrupa’dan Çin’e kadife getiren Türk ticaret kervanlarıydı. O zaman Çin, Hint, İran, Rusya ve Bizans arasındaki büyük ticaret yolları tamamıyla Türklerin elinde idi. Mukan Han, İran’ın şimalinden[4], Azerbaycan’dan ve Anadolu’dan, İstanbul’a doğru giden bir yeni ticaret yolu açmak istedi. Fakat, İraniler[5] bu teşebbüse müma­naat ettiler[6]. Bunun üzerine Mukan Han, İpek Yolu’nu temin için, Türk, Çin ve Bizans devletleri arasında bir ittifak-ı müselles[7] akdine[8] çalıştı ve İran devletini ya ortadan kaldırmaya, yahut beynelmilel[9] ticaretin transit tarikiy- le[10] memleketinden geçmesi için zorla irza[11] etmeye teşebbüs etti.

Görülüyor ki, eski Türk ilhanlarının gayesi, Mançurya’dan Macaristan’a kadar uzanan büyük Turan kıtasında yalnız siyasi bir emniyet husule[12] getirmekten ibaret değildi. Asya ve Avrupa milletleri arasında beynelmilel bir ticaret ve mü­badele teşkilatı yapmayı da üzerlerine almışlardı.

Eski Türklerin iktisada verdikleri ehemmiyeti il adlarında bile görürüz: Şarkî Türkistan’da (Tarancılar) namı verilen ve Garbî Türkistan’da (Sartlar) ismini alan iki il vardır. Bu adlardan birincisi (çiftçiler), ikincisi (tüccarlar) manasına­dır. Kanklılar, Ağaçeriler, Tahtacılar, Mandallar, Menteşeler, Sürgücüler ilh[13] de birer sanat adını taşımaktadırlar. Göktürklerin dedeleri (demirci) idi. Türk menkıbelerine göre, ilk çadırı yapan (Türk Han)dır. İlk defa yemeklerde tuz kullanan (Tavunk Han)dır. İlk arabayı yapan (Kanklı Bey)dir. Türkler, araba­larla seyahat etmeye, ta İskitler devrinde başlamışlardı. Eski Türkler gayet güzel elbiseler giymeyi, leziz yemekler yemeyi, hayatlarını ziyafetler ve düğünler ara­sında geçirmeyi severlerdi. Bunun için de hiç boş durmazlar, iktisadi faaliyetler­le uğraşırlardı. Çok kazanırlar, çok sarf ederlerdi.

Eski Türklerin misafirperverlikleri son dereceyi bulmuştu. Dede Korkut Kitabı’n- da (Burla Hatun) yaptığı umumi bir ziyafetten bahsederken şu sözleri söylüyor:

“Tepe gibi et yığdırdım. Göl gibi kımız sağdırdım. Aç olanları doyurdum, çıp­lak olanları giydirdim. Borçluların borcunu verdim.”

Bununla beraber, binlerce liraları yutan bu umumi ziyafetler, Salur Kazan’ın se­nede bir kere yaptığı (yağma ziyafeti)ne nispetle hiç hükmünde kalırdı. Salur Kazan’ın ziyafetinde bütün beylerle halk tamamıyla yiyip içtikten sonra, Salur Kazan zevcesinin elinden tutarak sarayından çıkardı, varı yoğu her ne varsa yağ­ma edilmesini davetlilerden rica ederdi. Bu suretle yağmaya uğrayan Salur Ka­zan bir müddet sonra, yine Oğuz ilinin en zengin beyi olurdu.

Türkler, mazide nail oldukları[14] bu iktisadi refaha istikbalde de mazhar olmalı- dırlar[15]. Hem de kazanılacak servetler, Salur Kazan’ın zenginliği gibi, umuma ait olmalıdır. Türkler, hürriyet ve istiklali sevdikleri için, iştirakçi[16] olamazlar. Fakat, müsavatperver olduklarından[17] dolayı, fertçi de kalamazlar. Türk harsı­na en uygun olan sistem (solidarizm) yani tesanütçülüktür[18]. Ferdi mülkiyet, içtimai[19] tesanüde hadim bulunmak[20] şartıyla meşrudur. Sosyalistlerin ve komünistlerin ferdi mülkiyeti ilgaya[21] teşebbüs etmeleri doğru değildir. Yal­nız, içtimai tesanüde hadim olmayan ferdi mülkiyetler varsa, bunlar meşru sa­yılamaz. Bundan başka, mülkiyet yalnız ferdi olmak lazım gelir. Ferdi mülkiyet gibi, içtimai[22] mülkiyet de olmalıdır. Cemiyetin bir fedakârlığı veya zahmeti neticesinde husule gelen[23] ve fertlerin hiçbir emeğinden hâsıl olmayan[24] faz­la temettular[25], cemiyete aittir.

Fertlerin bu temettuları kendilerine hasretmesi[26] meşru değildir. Fazla temettu- ların (plu-velu[27])lerin cemiyet namına toplanmasıyla husule gelecek büyük meb­lağlar, cemiyet hesabına açılacak fabrikaların, tesis olunacak büyük çiftliklerin ser­mayesi olur. Bu umumi teşebbüslerden husule gelecek kazançlarla fakirler, öksüzler, dullar, hastalar, kötürümler, körler ve sağırlar için, hususi melceler[28] ve mektepler açılır; umumi bahçeler, müzeler, tiyatrolar, kütüphaneler tesis olunur. Amaleler ve köylüler için sıhhi evler inşa edilir. Memleket, umumi bir elektrik şebekesi içine alınır. Hulasa, her türlü sefalete nihayet vererek umumun refahını temin için her ne lazımsa yapılır. Hatta, bu içtimai servet kâfi miktara baliğ olunca[29], halktan vergi almaya da ihtiyaç kalmaz. Hiç olmazsa vergilerin nevi[30] ve miktarı azaltılabilir.

Demek ki Türklerin içtimai[31] mefkûresi[32], ferdi mülkiyeti kaldırmaksızın, iç­timai servetleri fertlere gasp ettirmemek, umumun menfaatine sarf etmek üzere, muhafaza ve tesmiyesine[33] çalışmaktır.

Türklerin, bundan başka, bir de iktisadi mefkûresi vardır ki, memleketi büyük sa­nayiye mazhar etmektir[34]. Bazıları “memleketimiz bir tarım yurdudur, biz daima çiftçi bir millet kalmalıyız. Büyük sanayiyle uğraşmaya kalkışmamalıyız.” diyorlar ki asla doğru değildir. Filhakika, çiftçiliği hiç bir zaman elden bırakacak değiliz, fakat, asri[35] bir millet olmak istiyorsak, mutlaka büyük sanayiye malik olmamız lazımdır. Avrupa inkılaplarının en ehemmiyetlisi iktisadi inkılaptır.

İktisadi inkılap ise, nahiye[36] iktisadı yerine millet iktisadının ve küçük hırfetler[37] yerine büyük sanayinin ikame[38] edilmesinden ibarettir. Millet iktisadı ve büyük sanayi ise an­cak himaye usulünün tatbikiyle husule[39] gelebilir. Bu hususta, bize rehber olacak (millî iktisat) nazariyeleridir[40]. Amerika’da (Con Ray[41]) ve Almanya’da (Frederik List[42]), İngiltere’de Mancesteryen’lerin tesis ettikleri iktisadiyat[43] ilminin, umu­mi ve beynelmilel[44] bir ilim olmayıp yalnız İngiltere’ye mahsus bir (millî iktisat) sisteminden ibaret olduğunu meydana koydular.

İngiltere büyük sanayi memleketi olduğu için, mamulatını[45] harice göndermeye ve hariçten ibtidai[46] maddeler ge­tirmeye muhtaçtır. Bu sebeple, İngiltere için fayda olan yegâne usul, gümrüklerin serbest olması kaidesi, yani (açık kapı) siyasetidir. Bu kaidenin İngiltere gibi büyük sanayiye malik olamamış olan milletler tarafından kabul edilmesi, ilelebet İngiltere gibi sınai[47] memleketlere iktisaden[48] esir kalmasını intac[49] edecektir.

İşte, bu iki müceddid[50] kendi memleketleri için, birer hususi (millî iktisat) sistemi vücuda getirerek, memleketlerinin büyük sanayiye malik olması için çalıştılar. Ve muvaffak[51] da oldular.

Bugün, Amerika ile Almanya büyük sanayi hususunda İngiltere ile boy ölçüşecek bir mertebeye yükselmişlerdir ve şimdi, onlar da İngiltere’nin açık kapı siyasetini takip ediyorlar. Fakat, bu devre gelebilmeleri, senelerce millî iktisa­dın himaye usullerini tatbik sayesinde olduğunu da pekala biliyorlar.

İşte Türk iktisatçılarının da ilk işi, evvela Türkiye’nin iktisadi şeniyetini[52] tet­kik ve saniyen[53], bu objektif tetkiklerden millî iktisadımız için ilmî ve esaslı bir program vücuda getirmektir. Bu program vücuda geldikten sonra, memleketi­mizde büyük sanayi vücuda getirmek için her fert bu program dairesinde çalış­malı ve İktisat Vekâleti de bu ferdi faaliyetlerin başında umumi bir nazım[54] vazifesini ifa[55] etmelidir.

[1] müstendid: dayanan, yaslanan, güvenen

[2] nesc: doku

[3] vâridât: gelir

[4] şimâl: kuzey

[5] İrânî: İranlı

[6] mümâna’at etmek: engel olmak

[7] ittifâk-ı müselles: üçlü ittifak

[8] akd: sözleşme, kararlaştırma

[9] beyne’l-milel: milletlerarası

[10] tarîk: yol

[11] irzâ: razı

[12] husûl: üreme, türeme, çıkma

[13] ilh.: “ilâ-âhir” sözünün kısaltması

[14] nâil olmak: elde etmek

[15] mazhar olmak: ulaşmak

[16] iştirâkçi: komünist

[17] müsâvâtperver olmak: eşitliği sevmek

[18] tesânüd: dayanışma

[19] ictimâî: sosyal

[20] hâdim bulunmak: hizmet etmek

[21] ilgâ: kaldırma, bozma

[22] ictimâî: sosyal

[23] husûle gelmek: meydana gelmek

[24] hâsıl olmak: meydana gelmek

[25] temettu’: kâr etme, kazanma

[26] hasretmek: ayırmak

[27] plu-velu: plus-value (artı değer)

[28] melce: sığınacak yer

[29] bâliğ olmak: ulaşmak

[30] nev’: çeşit

[31] ictimâî: sosyal

[32] mefkûre: ülkü

[33] tesmiye: ad koyma, adlandırma

[34] mazhar etmek: ulaşmak

[35] ‘asrî: çağdaş, zamana uygun

[36] nâhiye: çevre, küçük yer, bölge

[37] hırfet: meslek

[38] ikâme: meydana koyma

[39] husûl: üreme, türeme, çıkma

[40] nazariyye: teori

[41] Con Ray: John Ray

[42] Frederik List: Friedrich List

[43] iktisâdiyyât: tutum, iktisat bilgisi

[44] beyn-el-milel: milletlerarası

[45] ma’mulât: imal edilmiş, yapılmış şeyler

[46] ibtidâî: ilk derecede

[47] sınâ’î: sanayileşmiş

[48] iktisâden: iktisat yoluyla

[49] intâc: sonuç verme, neticelendirilme

[50] müceddid: yenileyici

[51] muvaffak: başarılı

[52] şe’niyyet: gerçeklik

[53] sâniyen: ikinci olarak

[54] nâzım: düzenleyen

[55] îfâ: yerine getirme

Ziya Gökalp

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu