Felsefî Türkçülük – Ziya Gökalp

İlim, objektif ve müspet[1] olduğu için beynelmileldir. Binaenaleyh, ilimde Türkçülük olamaz. Fakat, felsefe, ilime müstenid[2] olmakla beraber, ilmi düşünüşten başka türlü bir düşünüş tarzıdır. Felsefenin objektif ve müspet unvanlarını alabilmesi, ancak, bu sıfatları haiz olan ilimlere uygun olması sayesindedir. İlimin nefyettiği[3] hükümleri felsefe ispat edemez, ilmin ispat ettiği hakikatleri felsefe nefyedemez. Felsefe, ilme karşı bu iki kayıt ile mukayyed[4] olmakla beraber bunların haricinde tamamıyla hürdür. Felsefe, ilimle tenakuza[5] düşmemek şartıyla, ruhumuz için daha ümitli, daha vecdli[6], daha teselli verici, daha çok saadet bah- şedici, büsbütün yeni ve orijinal farziyeleri[7] meydana atabilir. Zaten, felsefenin vazifesi bu gibi farziyeleri ve görüşleri arayıp bulmaktır. Bir felsefenin kıymeti, bir taraftan müspet ilimlerle hem ahenk olmasının derecesiyle diğer cihetten[8] ruhlara büyük ümitler, vecdler, teselliler ve saadetler vermesiyle ölçülür. Demek ki felsefenin bir safhası objektif, diğer safhası subjektiftir. Binaenaleyh, felsefe ilim gibi beynelmilel[9] olmaya mecbur değildir. Millî de olabilir. Bundan dolayıdır ki, her milletin, kendisine göre bir felsefesi vardır. Yine bundan dolayıdır ki ahlakta, bediiyatta[10], iktisatta olduğu gibi, felsefede de Türkçülük olabilir.
Felsefe, maddi ihtiyaçların iktiza[11] ve icbar[12] etmediği, menfaatsiz, garazsız, hasbi[13] bir düşünüştür. Bu nevi düşünüşe (spekülasyon) namı verilir. Biz buna, Türkçede (muakale[14]) ismini veriyoruz. Bir millet muharebelerden kurtulmadıkça, ve iktisadi bir refaha nail olmadıkça, içinde muakale yapacak fertler yetişemez. Çünkü, muakale yalnız düşünmek için düşünmektir. Hâlbuki, bin türlü derdi olan bir millet, yaşamak için, kendinî müdafaa etmek için, hatta yemek ve içmek için düşünmeye mecburdur. (Düşünmek için düşünmek) ancak bu hayati düşünüş ihtiyaçlarından kurtulmuş olan ve çalışmadan yaşayabilen insanlara nasip olabilir. Türkler, şimdiye kadar böyle bir huzur ve istirahate nail olamadıkları için, içlerinde hayatını muakaleye vakfedebilecek az adam yetişebildi. Bunlar da, düşünüş yollarını bilmediklerinden, mefkûrelerini[15] iyi idare edemediler, ekseriyetle dervişlik ve kalenderlik çıkmazlarına saptılar.
Türkler arasında şimdiye kadar az filozof yetişmesini, Türklerin muakaleye istiğdatsız[16] olduklarına hamletmemelidir[17]. Bu azlık, Türklerin henüz müspet ilimlerce huzur ve istirahatça muakaleyi mümkün kılacak bir seviyeye yüksel- memeleriyle izah olunursa, daha doğru olur.
Mamafih[18], Türklerin felsefece geri kalmaları yalnız yüksek felsefe nokta-i na- zarından[19] doğru olabilir. Halk felsefesi, nokta-i nazarından, Türkler, bütün milletlerden daha yüksektirler.
(Rostan[20]) adlı Fransız feylesofu[21] diyor ki “Bir kumandan için, karşısındaki düşman ordusunun ne kadar askeri, ne kadar silah ve mühimmatı olduğunu bilmek çok faydalıdır, fakat, onun için bunlardan daha çok faydalı bir şey vardır ki o da karşısındaki düşman ordusunun felsefesini bilmektir.”
Filhakika[22], iki ordu ve iki millet birbiriyle savaşırken, birisinin galip diğerinin mağlup olmasını intac[23] eden en başlıca amiller[24], iki tarafın felsefeleridir. Ferdi hayatı vatanın istiklalinden, şahsi menfaati namus ve vazifeden daha kıymetli gören bir ordu mutlaka mağlup olur. Bunun aksi bir felsefeye malik olan ordu ise, mutlaka galebe[25] çalar. O hâlde, halk felsefesi itibariyle, Yunanlılarla İngilizler mi daha yüksektir; yoksa Türkler mi daha yücedir? Bu sualin cevabını verecek Çanakkale muharebeleriyle Anadolu muharebeleridir. Türkleri bu iki muharebede de galebe kılan maddi kuvvetler değildi, ruhlarında hükümran bulunan millî felsefeleriydi.
Türkler, maddi silahların, manevi kuvvetleri hükümsüz bıraktığı son asra gelinceye kadar, Asya’da, Avrupa’da, Afrika’da bütün milletleri yenmişler. Tabiyetleri altına almışlardı. Demek ki Türk felsefesi, bu milletlere ait felsefelerin hepsinden daha yüksekti. Bugün de, öyledir. Yalnız şu var ki, bugün maddi medeniyet nokta-i nazarından[26] ve maddi silahlar dolayısıyla Avrupalı milletlerden gerideyiz. Medeniyetçe onlara müsavi[27] olduğumuz gün hiç şüphesiz cihan hegemonyası yine bize geçecektir. Mondros’ta esir bulunduğumuz zaman, orada kamp kumandanı olan bir İngiliz, şu sözleri söylemişti: “Türkler, istikbalde yine cihangir[28] olacaklardır.”
Görülüyor ki Türklerde, yüksek felsefe terakki[29] etmemiş olmakla beraber, halk felsefesi gayet yüksektir. İşte felsefi Türkçülük, Türk halkındaki bu millî felsefeyi arayıp meydana çıkarmaktır.
Ey bugünün Türk genci! Bütün bu işlerin yapılması asırlardan beri seni bekliyor.
Ziya Gökalp
[1] müsbet: olumlu, pozitif
[2] müstenid: istinaden, dayanan, yaslanan
[3] nefyetmek: sürmek, sürgün etmek
[4] mukayyed: kayıtlı, bağlı
[5] tenâkuz: çelişme
[6] vecd: aşırı heyecan
[7] farziyye: bir iddiayı aydınlatmak için söylenen ve hükme kati olmayan, farz ve takdire bağlı bulunan mesele.
[8] cihet: yön, taraf
[9] beyn-el-milel: milletlerarası
[10] bedî’iyyât: estetik
[11] iktizâ: lazım gelme, gerekme
[12] icbâr: zorlama
[13] hasbî: karşılıksız, parasız
[14] mu’âkale: iş alanına geçmeyip yalnız bilmek ve açıklamak amacını güden düşünce, nazar, kurgu
[15] mefkûre: ülkü
[16] isti’dadsız: yeteneksiz
[17] hamletmek: yüklemek
[18] ma’mâfîh: bununla birlikte
[19] nokta-i nazar: görüş
[20] Rostan: Rostand
[21] feylesof: filozof
[22] fi’l-hakika: hakikatte, gerçekten, doğrusu
[23] intâc: sonuç verme
[24] ‘âmil: sebep
[25] galebe çalmak: üstün gelmek
[26] nokta-i nazar: bakış açısı
[27] müsâvî: eşit
[28] cihân-gîr: dünyayı zapteden
[29] terakkî: yükselme, ilerleme