Kitap & Alıntı

Galip Erdem Sözleri

  • Aslında her insan, -düşman olmasını gerektiren özel bir sebeb yoksa- doğduğu, büyüdüğü, unutulmaz hatıralarla bağlandığı milletini sever. Bu sevgi çok tabii bir duygudur; sökülüp atılması güçtür.
  • Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir.
  • Milliyetçilik; millet sevgisinden, yani sadece bir duygudan ibaret değildir. Milliyetçiliğin, sevgiden daha önemli iki şartı vardır: A — Millet birliği halinde yaşamanın, beşer nizamı içinde, diğer bütün yaşama tarzlarına kıyasla, insan yapısına en uygun ve mutluluğa en ziyade yaklaşmamızı mümkün kılan bir yaşama tarzı olduğuna inanmak, B — Bir milleti meydana getiren ve diğer milletlerden ayrılmasını sağlayan kültür unsurlarını korumak; geliştirmek ve yüceltmek için çalışmak! DEVLET — Sayı: 246 – 22 Temmuz 1974 – Sayfa: 5
  • Sayısız denemelerle anlaşılmıştır ki, bir milletin bütün fertlerini aynı şekilde düşündürmek asla mümkün değildir. Fikir ayrılıklarına, sadece münakaşa etmek hakkı tanınır. Hiç kimse, kendisiden ayrı bir görüşe inandığı için bir başkasının yaşamak hakkını tehdit edemez. Yeter ki, değişik fikirler arasında milletin varlığına kasdedenler bulunmasın.
  • Milliyetçilik; en geniş manâda bir dünya görüşü, daha dar bir mânâda ideolojidir. Bir insanın milliyetçi olması için başka bir dünya görüşüne ve ideolojiye bağlanmaması şarttır. «Hümanistim ama aynı zamanda milliyetçiyim!» «Marksist – Leninist’iz ve gerçek milliyetçi biziz!» gibi sözler; bazı kere koyu bir cahillik belirtisi, çoğu zaman da milliyetçiliğe, cemiyet tarafından tanınan yüksek değeri, diğer bir ideoloji hesabına sömürmek isteğidir. Milliyetçilik yardıma muhtaç değildir; beşer nizamı ve içtimaî birliklerle ilgili dünya görüşleri ve ideolojilerin, kuyruğu durumuna sokulamaz; hele hiçbirinin gerisine atılamaz!
  • Türk milletini sevmekte birleşenler; birbirlerini sevmekte birleşmeğe de mecburlardır. Aksi takdirde millet sevgileri, kimsenin inanmıyacağı boş bir laftan ibaret kalır.
  • Türk milliyetçiliğini: «Milleti sevmek ve yükselmesi için çalışmak» tan ibaret gösterenlerin, ayrı bir dünya görüşü ve yüce bir ülkü olduğu şuuruna eremiyenlerin milliyetçi cephede yerleri yoktur!
  • Birbirimizi sevmemiz gerektiğinin yazılması kolaydır; fakat uygulanması güçtür. Yine de dünya nimetlerine erişmek hırsının kışkırttığı nefsimizi, yenmemizin yollarını aramalı, davranışlarımızın hesabını önce kendimize vermeliyiz. Kavganın devam etmemesi, millî birlik ve beraberlik şuurunun tam bir hâkimiyet kazanması milletimiz için bir varlık şartıdır.
  • Tarihe bakınız, artık yalnız adlarını hatırladığımız milletleri düşününüz. Hepsinin içlerinden yıkıldığını, önce birbirleriyle dövüşmeye başladıklarını, nihayet düşmanlarına yem olduklarını göreceksiniz. Buna karşılık, bugün izahında bile güçlük çektiğimiz büyük başarıların sahipleri, diğer üstünlüklerinden daha çok, birbirlerini sevmenin muhteşem gücünden yararlanmışlardır.
  • Batının, ilim zihniyeti, maddî medeniyeti ve teknik gelişmesinin dışında kalan yönlerine de hayranlıkla bağlı bulunan, milletimizi kendi ölçülerine göre yeniden eğitmeye uğraşan siyasetçiler, komünizme karşı çıksalar da Türk milliyetçilerinin hedefi sayılacaklardır.
  • Milliyetçilik en geniş manâda bir dünya görüşü, daha dar bir mânâda ideolojidir. Bir insanın milliyetçi olması için başka bir dünya görüşüne ve ideolojiye bağlanmaması şarttır. «Ümanistim ama aynı zamanda milliyetçiyim!» «Marksist – Leninist’iz ve gerçek milliyetçi biziz!» gibi sözler; bazı kere koyu bir cahillik belirtisi, çoğu zaman da milliyetçiliğe, cemiyet tarafından tanınan yüksek değeri, diğer bir ideoloji hesabına sömürmek isteğidir. Milliyetçilik yardıma muhtaç değildir; beşer nizamı ve içtimaî birliklerle ilgili dünya görüşleri ve ideolojilerin kuyruğu durumuna sokulamaz; hele hiçbirinin gerisine atılamaz!
  • Milletler, vatanlarını kaybedebilirler. Ama diğer ortak özelliklerinin sağlamlığı sayesinde varlıklarını devam ettirebilirler. Yahudiler, binlerce yıl vatansız kaldılar fakat millet oluşlarını kimse inkâr edemedi. Türk milliyetçiliğini «Milleti sevmek ve yükselmesi için çalışmak» tan ibaret gösterenlerin, ayrı bir dünya görüşü ve yüce bir ülkü olduğu şuuruna eremiyenlerin milliyetçi cephede yerleri yoktur!
  • Millet, hareket edebilen bir kitledir. Oysa toprak hareketsizdir. Bir millet, şartlar zorlayınca, dünya üzerindeki yerini değiştirebilir, ama vatanın yer değiştirmesi mümkün değildir.
  • Batının, ilim zihniyeti, maddî medeniyeti ve teknik gelişmesinin dışında kalan yönlerine de hayranlıkla bağlı bulunan, milletimizi kendi ölçülerine göre yeniden eğitmeye uğraşan siyasetçiler, komünizme karşı çıksalar da Türk milliyetçilerinin hedefi sayılacaklardır.
  • Vatanın çok sevilen bir varlık olmasına, hattâ kutsal sayılmasına kimsenin bir itirazı yoktur. İnsan, vatanı için en değerli varlığını verir, hayatını feda eder. Vatan uğruna dövüşülür, ölünür. Vatan toprakları, atalarımızın, şehitlerimizin, değeri saydığımız ne varsa hemen hepsinin yattığı yerdir. Mehmet Akif’in söyleyişini dinleyin, nasıl güzel, nasıl içten : «Evliya yurdu bu toprak, şüheda yurdu bu yer – bir yıkık türbenin üstüne Mevlâ titrer».
  • Çağımızın en büyük kahramanlarından birini, Altaylar’ın şanlı kartalı Osman Batur’u niçin hatırlamıyorsunuz? Fotoğraflarını göstersem tanıyabilir misiniz? Altayların sarp yamaçlarında kanla yazılan muhteşem destan, size hiçbir şey anlatmıyor mu? Bombaya karşı sopa ile topa karşı bıçakla, tüfeğe karşı yumrukla dövüşüldüğünü, uçaklara kement atıldığını, masallarda olsun, hiç duymuş mu idiniz? Giap’ın mücadelesi, millî bağımsızlık içindi de, ya Osman Batur’unki ne içindi? Moskof ve Çin sürüleri arasına sıkışan, zenginlikleri yağma edilen, hayâl gücünün ulaşamayacağı işkenceler altında inletilen soydaşlarımız için ne yaptınız? Özbeklerin, Kazakların, Uygurların kutsallık acılarını nasıl paylaştınız? (DEVLET Sayı 14)
  • Milletimizin vatan sevgisi öylesine büyüktür ki, yabancıları bile hayranlığa düşürür. Edebiyatımız, âdeta vatan kokar. Hele Namık Kemal’le başlayan vatancılığın hızı, günümüze kadar kesilmemiştir. Vatan sevgisi üstüne yazılan şiirleri toplamak isterseniz, öylesine çoktur ki, gücünüz yetmez. Kısacası, vatan edebiyatımız zengindir. Uzun söze ne hacet, Hadîs buyruğu yetmez mi? «Vatan sevgisi îmandandır»
  • Olmaya ki, Türkiye’nin hayrına bir iş yapılsın. Olmaya ki, millî şuurun güçlenmesini sağlayacak bir adım atılsın. Olmaya ki, kendimize dönüş yolunda ufacık bir kıpırdanma başlasın! Düşman kuvvetler hemen harekete geçer, fesat ocakları hemen çalışır. Türk milliyetçilerinin üstüne iftira bombalan yığdırılır. Asla millî olamamış basında yayınlanan haysiyet düşkünü yaveler yetmezmiş gibi, yabancılardan yardım istenir. Amerika’nın bilmem ne gazetesinden veya İsviçre’nin bilmem ne dergisinden seçilmiş aktarmalar görürsünüz! Türk milliyetçiliğine hizmet edenlere aptalca saldırılır, milliyetçi bir davranışı gölgelemek, dünya ve memleket önünde küçük düşürmek için ne mümkünse uydurulur. Dışardaki ve içerdeki düşmanların bu konuda mutlak bir ittifakları vardır.
  • Her birini sevgi ile selâmlamalı, her birini Türk ülküsünün yılmaz yiğitleri bilip kutlamalıyız. Gerçekten ülkücü öğretmenlerin mücadelesi, diğer zümrelere kıyasla daha çetindir, daha korkuludur, daha tehlikelidir. Kış ortasında sürülmek vardır, cezalandırılmak vardır, hattâ aziz şehidimiz Cemil Doğan misalinde olduğu gibi, sonunda ölmek vardır.
  • Türkiye Cumhuriyetinin temel dünya görüşüne, Anayasamız ve yürürlükteki diğer kanunlar tarafından benimsenmiş eğitim ilkelerine göre bir öğretmenin, milliyetçilik yüzünden suçlanmasına imkân yoktur. Daha açık bir söyleyişle milliyetçi olmak; bir mecburiyettir. Milliyetçiliğe aykırı görüşleri öğrencilerin körpe beyinlerine aşılamak, meslekten atılmayı gerektiren ağır bir suçtur.
  • Öğretmen, milletini çok sevdiği, Türk çocuklarını yabancı propagandaların şartlandırmalarından kurtarmak ve öz değerlerimize bağlı tutmak için çalıştığı zaman sayın Bakanlık müthiş bir öfkeye kapılıyor, acele müfettiş yolluyor, soruşturma açıyor. Hem, ne sorular! Aslında cevap vermek bile bir tenezzüldür. Ülkücü öğretmenler de, Allah razı olsun, cevaptan ziyade ders vermiş; milletin, milliyetçiliğin, bayrağın, Bozkurt’un mânâsını öğretmişlerdir. Sürgünler, liselere yetersiz sayılıp ortaokullara yollananlardan bir kısmının, üniversite asistanlık imtihanlarına girip kazanması, sayfalara sığmayacak bir destanın, sorumluları utandıracak gülünç sayfalarıdır.
  • Büyük Türk ülküsünün aziz öğretmenleri! Haklı ve şerefli mücadelenizi mutlaka kazanacaksınız. Kaybetmenize imkân yoktur. Çünkü böyle bir kayıp, milletimizin sonu mânâsına gelir!
  • Büyük milletlerin tarihinde, olağanüstü durumlarda, bazı şartların zorlaması yüzünden, tam bir duygu ve düşünce birliğinin hüküm sürdü¬ğü zamanlar vardır.
  • (ABD’nin) Tarihimizi bilmediklerinin, milletimizi tanıyamadıklarının ifadesidir. Ne sağlıyacaklarını sanıyorlar? Aman mı dileyeceğiz? Biz ettik siz etmeyin mi diyeceğiz? Kıbrıs’taki haklarımızdan vaz mı geçeceğiz? Mazlum milletdaşlarımızı, Rum barbarlarına peşkeş mi çekeceğiz? Sayın kongre üyeleri eğer böyle düşünüyorlarsa, yanıldıklarını en kısa zamanda göreceklerdir. Hattâ «Barış harekâtı» nın «Fetih seferi» ne dönüşmesi, Kıbrıs’ın tamamen alınması ile mümkündür. Amerikalı dayılarının kararı yüzünden Rum saldırılarının artması ve bizim yönümüzden son bir ders vermenin, açıkçası fetihten başka bir çarenin kalmaması mümkündür!
  • Türk milletinin unutulmaz özelliği güçlüklerin her türlüsüne alışık olmasıdır; hele yalnız bırakıldığı zamanlar, bir granit sağlamlığı içinde kenetlenmeyi bilmesidir. Millî mücadeleyi hangi şartlar altında kazandığımızı, biraz zahmet buyururlarsa sayın (ABD) kongre üyeleri de öğrenebilirler. Üç-beş satılmış bir tarafa bırakılırsa o yiğitlerin torunları olduğumuzun hatırlanmasında sayısız faydalar vardır.
  • Gerekirse diğer hizmetlerden kısacak ama Silâhlı Kuvvetlerimizi mutlaka güçlü tutacağız. Türk milleti, tarih boyunca, bir başkasının efendilik taslamasına izin vermemiştir. Değişmedik, yine vermeyeceğiz! Şerefsiz yaşamaktansa şerefle ölmenin güzelliğini öğreten biziz.
  • Esir Milletler dâvası, diğer milletlerden önce biz Türkleri ilgilendiren bir konu idi. Çünkü bugün 200 milyona ulaştıkları tahmin edilen insanların yarısı Türk’tür. Gerçi, sömürgeci devletlerin gerçeği saklamalarından ötürü esir millettaşlarımızın tam sayılarını bilmek çok güçtür. Yine de, çeşitli kaynaklardan alınan rakamların karşılaştırılması sonunda yüz milyon Türk’ün millî bağımsızlıktan, insan hak ve hürriyetlerinden yoksun bir durumda yaşadıkları söylenebilir. Milletdaşlarımız Rusya, Çin ve İran başta olmak üzere Afganistan, Irak, Suriye, Lübnan, Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve Yugoslavya devletlerinin sınırları içindedirler. Kendi öz devletlerinden, bayraklarından, varlıklarını devam ettirmek ve kültür değerlerini korumak hakkından yoksundurlar. Sömürgeciliğin zalim çarkları arasında ezilmektedirler. Seslerini kimse duymamaktadır.
  • Türkiye’nin esir milletler haftasına duyacağı ilgi hiç azalmamalı, her yıl biraz daha artmalı idi. Oysa, anlatılmasına sayfalarımızın yetmeyeceği kadar ince ve karışık hesaplardan ötürü, özellikle aydınlarımız, esir kardeşlerimizi hiçbir zaman hatırlamadılar, acılarının kırıntısını bile yüreklerinde duyamadılar. Ustaca hazırlanmış bir propaganda ile sahneye konan aşağılık bir oyun tutsak kardeşlerimizin sevilmesini bile suç saydırdı.
  • Esir Türklerle ilgilenmenin tek yolu bazı aptalların sandığı gibi, sömürgeci kuvvetlerle savaşmak değildir. Çağımız dünyasında hak aramanın başka yolları da vardır. Sadece birleşmiş Milletler Anayasası ve İnsan Hakları Beyannamesi hükümlerinin uygulanmasına çalışmak bile büyük bir hizmettir. Günümüzde hiç bir kanun bir devlete, vatandaşını ezmek yetki¬sini vermemiştir. Esir milletdaşlarımızın acılarını paylaşmak, şikâyetlerinin duyurulmasına aracı olmak hepimizin boynuna borçtur. Ayrı¬ca böyle bir çalışma, insanlığın tam bir barış dönemine geçmesi gerçekten isteniyorsa, son derece faydalıdır. Alp Arslan Başbuğ’un tutumunda ve sözlerinde bizler için çok ibret vardır. Ne buyurmuştu: «Biz temiz Müslümanlarız. Bid’ad bilmeyiz. Allah bu yüzden halis Türk’leri aziz kıldı!” Soy şuuru ve iman derinliğindeki emsalsiz birliği öğreten bu dersi niçin unutmuşuz ve 900 yıl sonra, niçin halâ Türk-İslâmlık münakaşası yapıyoruz? Hangimiz Alp Arslan’dan daha iyi Türk; hangimiz Alp Arslan’dan daha hayırlı bir Müslümanız?
  • Türk soyunun «Her yıl Batı’ya doğru» koşması eğer daha önce değilse, Hunlar çağında başlamıştır ve bütün bir tarih boyunca, İkinci Viyana dönüşüne kadar hiç bitmemiştir. Onbirinci yüzyılda Selçuk Oğullarının buyruğunda toplanan Oğuzlar, yine Batıya akın etmektedirler. Başka bir yöne gitmeleri zaten çok güçtü, hem de yanlıştı. Doğu cihetini Karahanlılar bekliyordu, Güney yollarını da Gazneliler kesmişlerdi. DEVLET — Sayı: 246 – 22 Temmuz 1974 – Sayfa: 5
  • Savaşın ayrıntıları ve sonucu konusunda, 900 yıldır yazılara katacak bir sözümüz yoktur. Bozkır taktiği bilmem kaçıncı defa yine kazanmış; düşman, o sahte geri çekilmeye yine aldanmıştır. Yalnız Sultanla ilgili bir sahne var ki, hiç unutulmasın: Alp Arslan, sıradan bir er gibi, vecd içinde döğüşmekte, kendini hiç kollamamaktadır. Yanında Ay-Tekin, dayanamıyor, atından inip yer öpüyor «Sultanım diyor, İslam’a acıyorsan kendini koru. Savaş sırasında Sultan’lara yaraşan rahatlıktır.» Gazi ve şehit Alp Arslan’ın cevabı: «Ben rahatsız olmazsam Milletim rahat edemez.» DEVLET, S:269
  • Sağcılık milliyetçiliğin şartı mıdır? Sağcılığı batıdan gelen mânâsı ile alırsak, hiç şüphesiz böyle bir şart yoktur. Ama biz, Töremize ve dinimize yerleşmiş, destanlarımıza girmiş bir kelimeyi Avrupalılar gibi anlamak zorunda değiliz. Bu konuda gerçeğe en yakın hüküm şudur: Her milliyetçi sağcıdır; ama, her sağcı milliyetçi değildir. Her komünistin solcu, fakat her solcunun komünist olmaması gibi…
  • Millet, hareket edebilen bir kitledir. Oysa toprak hareketsizdir. Bir millet, şartlar zorlayınca, dünya üzerindeki yerini değiştirebilir, ama vatanın yer değiştirmesi mümkün değildir.
  • Malazgirt yalnız Türk tarihinde değil, bütün dünya tarihinde sayılı dönüm noktalarından biridir. Anadolu’nun kapısı Türk’e açılmıştır. Alp Arslan, buyurmuştu: «Size öyle bir vatan aldım ki, ebediyyen sizin olacaktır!» evet, bu vatan 900 yıldan beri bizimdir ve kıyamete değin bizim olacaktır. Ve şimdilik bize düşen, o kutlu zaferi armağan edenlerin hatıralarına layık olamamanın utancını yaşamaktır. Layık olabilmenin yollarını aramak ve bulmaktır: Ömrümüzü bu vatanın yücelmesi yolunda adamaktır.
  • Vatanın çok sevilen bir varlık olmasına, hattâ kutsal sayılmasına kimsenin bir itirazı yoktur. İnsan, vatanı için en değerli varlığını verir, hayatını feda eder. Vatan uğruna dövüşülür, ölünür. Vatan toprakları, atalarımızın, şehitlerimizin, değeri saydığımız ne varsa hemen hepsinin yattığı yerdir. Mehmet Akif’in söyleyişini dinleyin, nasıl güzel, nasıl içten : «Evliya yurdu bu toprak, şüheda yurdu bu yer – bir yıkık türbenin üstüne Mevlâ titrer».
  • Sayın kitap, bir kere daha, iflas bayrağını çekmiştir. Üniversite ve yüksek okullar, ilmi tecrübe ve araştırmaları çoktan rafa kaldırmış; siyasetin eteğine çoktan yapışmışlardır. *** Aslında, çağdaş ilimlerin hangi sonuçlara ulaştığından haberleri yoktur ki, başkalarına öğretebilsinler. Zengin kaynaklara dayanan bir ideolojinin propagandacılığı daha çok işlerine gelir!
  • Markisizim – Leninizm ve bilmem ne «izm» le beslenen gençler, Türk milliyetçiliğinin yiğit ülkücüleri dışında, biraz da büyüklerinin tutumuna özenerek, ders çalışmayı kınar; hattâ, bir burjuva gayreti sayarak, ayıplarlar! Hiçbir inceleme yapmamalarına rağmen, memleketin «Tüm sorunlar»ını bildiklerine inandırılmışlardır. Hükümlerinin doğruluğundan asla şüphe etmezler. Kitap demokrasisine de, alaylı alaylı dudak bükerler!
  • Türk soyunun «Her yıl Batı’ya doğru» koşması eğer daha önce değilse, Hunlar çağında başlamıştır ve bütün bir tarih boyunca, İkinci Viyana dönüşüne kadar hiç bitmemiştir.
  • Sayın siyaset ustalarımızın, artık tamamen ezberledikleri kitap demokrasisini öğrenmelerinin vakti gelmiştir!
  • Onbirinci yüzyılda Selçuk Oğullarının buyruğunda toplanan Oğuzlar, yine Batıya akın etmektedirler. Başka bir yöne gitmeleri zaten çok güçtü, hem de yanlıştı. Doğu cihetini Karahanlılar bekliyordu, Güney yollarını da Gazneliler kesmişlerdi.
  • Savaşın ayrıntıları ve sonucu konusunda, 900 yıldır yazılara katacak bir sözümüz yoktur. Bozkır taktiği bilmem kaçıncı defa yine kazanmış; düşman, o sahte geri çekilmeye yine aldanmıştır. Yalnız Sultanla ilgili bir sahne var ki, hiç unutulmasın: Alp Arslan, sıradan bir er gibi, vecd içinde döğüşmekte, kendini hiç kollamamaktadır. Yanında Ay-Tekin, dayanamıyor, atından inip yer öpüyor «Sultanım diyor, İslam’a acıyorsan kendini koru. Savaş sırasında Sultan’lara yaraşan rahatlıktır.» Gazi ve şehit Alp Arslan’ın cevabı: «Ben rahatsız olmazsam Milletim rahat edemez.»
  • Adları «büyük gazete» çıkmıştır. Sırf madde açısından bakılınca, gerçekten öyledir. Çok satarlar, çok kazanırlar; ama sırtından geçindikleri milletin temel dertlerine en ufak bir ilgi duymazlar. Daha kötüsü Türklüğün bütün değerlerini küçümser, yabancı kültür sömürücülüğünün bedava – belki de ücretli -temsilciliğini yaparlar. En fazla önem verdikleri konular arasında filân şarkıcının aşkları ile falan cinayetin hikâyeleri başta gelir. Akıllarının ermediği dâvalara küçücük beyinlerini sokmasalar, yine de bağışlanmaları mümkündür. Yazık ki, çizmeden yukarı çıkıyor, okuduklarına inanmak alışkanlığından henüz kurtulamamış insanlarımızı aldatıyorlar.
  • Hepimizin bildiği, yine de çoğumuzun unutur göründüğü bir gerçeği hatırlatmanın tam zamanıdır. Milletimizin düşmanları, hem sayıca çokturlar, hem de güçlüdürler. Nasıl bir dünyada yaşadığımızı düşünürken, aklımızdan hiç çıkmaması gerektiği halde, düşmanlarımızın varlığını ve gücünü hesaba katmıyor gibiyiz. Unuttuklarımız arasında varlığımızın başlıca şartı saydığımız «MİLLÎ BİRLİK ve BERABERLİK» en başta geliyor.
  • Özüne yabancılaşan bir milletin hiçbir sahada ilerlemesinin mümkün olmadığını unutmayız. Teknik gelişmeleri benimserken, millî kültürümüze bağlanmanın bir milliyetçilik şartı olduğunu, en ziyade kalkınmış ülkelerin, millî kültürlerinden kopmadıklarını biliriz.
  • Horlanan değerlerimizin başında, hiç şüphesiz Türkçemizi ele almak zorundayız. Türk dili, batı dillerinin istilâsına uğramıştır. Öyle ki Cumhuriyet öncesinin yanlış tutumu, Arapça ve Farsça kelimelerin dilimize doldurulması büyük bir şuursuzluk örneği olarak gösterilirken, batı dillerinden gelen binlerce kelime hiç sıkıntı çekmeden ve maalesef çoğu zaman yetkili makamların yardımı ile dilimize yerleşmiştir. Kesin bir rakam vermenin imkânsızlığını belirttikten sonra, 900 yıl boyunca Türkçemize giren yabancı kelimelerin sayısı, Cumhuriyet dönemi içinde alınan ve resmî yazışmalarda kullanılan kelime sayısından çok fazla değildir. Türkçemiz, sorumluların niyetini münakaşa etmeden söyleyelim: Halkın dili olmaktan çıkmış, Osmanlı çağı dilinin «Avrupacası» haline gelmiştir.
  • Vatan birliği, bir millete mensubiyetin şartlarından birisidir. Ama vatan, yalnız maddi bir değerden, üzerinde yaşanılan kuru bir toprak parçasından ibaret değildir. Vatan rahmetli Dündar Taşer ağabeyimizin emsalsiz söyleyişi ile: “Milliyet ve mukaddesatın korunduğu yerdir.
  • İkibin yıllık bilinen millet hayatımızın her döneminde yalnız askerlik sahasında değil, ilim ve kültür, sahasında da büyüklüğümüzü tanımanın gururunu taşıyoruz. Batı kültür değerlerinden çoğunun, milletimize ters düştüğünü bilmekteyiz. Ahlâk ve faziletimizi kaybetmemek için özümüze yabancılaşmamak zorundayız.
  • Türkçülük ülküsü, teb’a ve din birliğinin yalnız başına artık önem taşımadığını, millet birliğinin diğer bütün değerlerin üstüne çıkarıldığını görmekten, yaşamaktan ve denemekten doğmuştur.
  • Türk’ün hakkı, anlaşmaların üstüne Mehmetçiğin gölgesi dikilmedikçe akla gelmiyor!
  • Maddi varlığının dar çerçevesine sığamaz. Ruhu ile tarihinin artık hayal olmuş sahifeleri içinde yaşar. Başkalarına hiçbir şey söylemeyen bi macera onu saatlerce düşündürür, güldürür, ağlatır.
  • Bulgar devletini Bulgar Türkleri kurmuştur. Ancak İslâv çoğunluğu arasında erimiş, hem dillerini, hem de fizikî özelliklerini kaybetmişlerdir. Belki tuhaf gelecek ama, en doğru ifade, bugünkü Bulgarlar’ın aslında Bulgar olmadıklarıdır!
  • Milletler, meydana geliş dönemlerinde belli bir ırk temeline dayanmalarına rağmen, başlangıçtaki ırk birliğini koruyabilmişler midir? Kesin bir hükme varmanın yanlış ve sakıncalı tarafları olacağını hiç unutmamakla beraber, tarihin öğrettiklerine bakarak, şunu söylemek gerçeğe en ziyade yaklaşan bir görüştür: Millet hayatının özellikleri başlangıçtaki ırk birliğinin korunmasına, hele tam bir saflıkla korunmasına imkân vermez. Şu veya bu ölçüde bir karışma önlenemez. Çünkü her millet, tarih sahnesine çıkmasından itibaren, yakın komşularından başlayarak, birçok milletle ilgi kurar. *** Türk Milliyetçileri kültür değişmelerinin kaçınılmazlığını bildikleri gibi, kültür sahasındaki gelişmelere de elbette taraftardırlar. Ancak millî kültür mayamızın korunmasını, daha yüksek kültür değerlerine ulaşmanın öz kaynaklarımızı geliştirme şartına bağlı olduğunu unutmazlar. Kültür değişmelerinin, milletimizin ve insanlığın kültürüne hizmet açısından bakılınca, tek taraflı değil, karşılıklı bir alıp verme şeklinde olması gerektiğine inanırlar.
  • Biz yeryüzündeki bütün Türklerin tek bir millet olduklarına inanıyoruz. Canımız öyle istediği için değil, millet adını verdiğimiz içtimaî birliklerin yapısı öyle emrettiği için.
  • Türk Milliyetçilerinin pek çoğu, Tutsak Türk illerini görememiştir. Ama kocaman mesafeler, hayallerimizin hiç durmadan beslediği özlemleri asla yenemez. Semerkand’ı, Ötüken’i, Taşkent’i, Bakû’yu, Tebriz’i, Kerkük’ü, Üsküb’ü ve diğerlerini görmüş gibiyizdir; öylesine içimizdedirler. Alma-Atadan Kayseri’ye, Filibe’den Kars’a uzanan gönül bağlarının hazzını yaşarız.
  • Tuna’nın, Sakarya’dan farkı mı vardır? Tanrı Dağı, Ağrı’dan daha uzak değildir! Balkanlara gider de «Akıncı cetlerimizin ihtirasını duyamazsak» yaşadığımızdan ne anlarız?… Öfkeli çehreler, çatılmış kaşlar, suçlayan bakışlar! «Efendi, önce Türkiye’yi sev, Türkistan’ı sonra seversin!» Bendenizin cevabı «Sen de önce babanı sev, ananı sonra seversin!» Gönül fukaralığı neyse ne ama, akıl kıtlığına düşen kullarını Tanrı korusun!
  • Türk Milliyetçiliği, ırkçılık temeline dayanan bir dünya görüşü değildir. Başlıca; dil tarih ve kültür anlayışına bağlıdır. Yalnız böyle bir hükümden, milletimizin meydana geliş çağındaki ırki mayamızı ve hele, soy birliğini küçümsediğimiz bir manâ asla çıkartılmamalıdır..
  • Demokrasi, hürriyet ve değerli sayılan diğer bütün mefhumlar, milletimizin yükselmesine ve güçlenmesine yardım ettikleri sürece saygı görürler. Fakat nifak tohumlarının yeşermesine müsait bir zemin haline gelirlerse, itibarını yitirmekten kurtulamazlar.
  • Başkalarını inandırmak istediğimiz fikirlerin evella vicdanımızı tatmin etmesi gerektiğini düşünmüyoruz.
  • Yarın, seçim zamanı, milletin huzuruna, tıpkı benim gibi, utanarak çıkacaksınız. Artık, «Oylarınızı bize verin, her istediğinizi yapalım;» diyemeyeceksiniz. Deseniz bile, söylediğinize önce kendiniz inanmayacaksınız. Evet, itirazlarınızın hepsi yerindedir. İlk bakışta, «Eksik olsun böyle siyaset» diyerek, milletin müşfik sinesine dönmek en iyisi gibi gelir. Sırf şahıslarınızın şerefini korumak açısından bakıldığı zaman, en haysiyetli davranış gerçekten budur. Ama unutmayınız ki; asıl sahibine teslim edeceğiniz iktidar emaneti, belki iyi niyetli, fakat hiç şüphesiz sizden daha acemi ellere düşecektir. Çok kısa bir zaman içinde tökezleyip; yerini vermek üzere, bir başkasını arayacağı yahut milletçe yıkılacağı da doğrudur. Ne var ki, o çok kısa müddet zarfında. Türkiye’miz çok büyük şeyler kaybedebilir. Hepinizi, fedakârlığa davet ederim. «Kayıtlı ve şartlı» bir hâkimiyete razı olunuz.
  • Milletinize, bazı sahalarda belli kuvvetlerden izin istemeğe mecbur kalsanız bile, hizmet etmeğe devam ediniz. Sabretmesini bilirseniz, «Kayıtlı ve şartlı» hâkimiyeti «Kayıtsız ve şartsız»a çevirebilir, millî iradenin gücünü yüz yıllardır özlenen seviyeye çıkarabilirsiniz. Yeter ki, daha çok çalışın. Milliyetçiliğinizin inkâr edilemez örneklerini bol bol sunun. Milletin dertlerine çâre arayın. Gayretleriniz menfaatlarınızın korunmasına değil, milletimizin refah ve saadetine dönük olsun.
  • Ve en önemlisi; Türk’ün varlık davası dışında kalan meseleler yüzünden – bugünkü gibi- sonunda uzlaşmak zorunda kalacağınız kuvvetlerle karşı karşıya gelmeyin. Amma, kim olursa olsun, millî varlığımızı tehlikeye atan bir davada çatışırsanız, işte o vakit asla geri dönmeyin. Bugün iradenizi önlemek isteyen kimselere güceneceksiniz, yalnız, katiyen husumet duymayacaksınız. Çünkü onlar da, nihayet, bu aziz toprakların çocuklarıdır. Hata edebilirler. Sizin de çok hatalarınız olmuştur.
  • Yüreğinizdeki millet sevgisini, imkân buldukça, önünüze dikilenlere de açınız! Türk ordusunu, kuvvetinden çekindiğiniz için değil, milliyetçilik öyle emrettiği için seviniz. Onlar da sizi sevmeğe başlayacak ve millî hâkimiyeti temsil hakkında doğan gücünüze, şaşmaz bir sevgi göstermeyi öğreneceklerdir.
  • Fikir ayrılıklarının düşmanlığa dönüşmesine izin verilmez! Milletin varlığını kıyamete değin sürdürmek ülküsü, cümle hakların üstünde kutsal bir vazifedir.
  • Bir millet ancak sınır boylarında dövüşür; vatanın, imanının, soyunun düşmanlarına karşı dövüşür. Kardeş kavgası başlarsa kimin haklı olduğunu araştırmanın bile bir değeri kalmaz. Milliyetçilik iddiasını güdenler, kendi hesaplarına zararlı sonuçlar verse de, gittikçe büyüyen düşmanlığı önlemeğe mecburdurlar.
  • Milliyetçiliği zararlı sayan ve millet birliklerinin ortadan kaldırılmasını isteyen ideolojiler bile; kitaptan hayata, nazariyeden uygulamaya geçilince, başarısız kalmış; millet sevgisinin büyük gücüne yenilmişlerdir. **** Allah şahittir ki, bilmem ne adasından da, darağacından da korkmuyorum; yalnız, sevgili Türkiye’me zarar gelmesinden korkuyorum. Gerçi demokrasiye bağlıyım, yaşamasını isterim; hürriyetimi de severim. Ancak milletimi, hepsinden çok severim
  • Memleketimin selâmetini demokrasinin nimetlerinden; milletimin istiklâlini, hürriyetlerin hazzından ve iktidar koltuğunun sıcaklığından, bin kerre üstün tutarım. Küçümseneyim, kötüleneyim, hatta lanetleneyim ne çıkar; yeter ki, vatanımın gül yüzü solmasın, dostları ağlamasın, düşmanları gülmesin.
  • Bence, tek bir Türk’ün haksız yere dökülecek kanı, demokrasi adına yazılmış bütün kitaplardan daha değerlidir. ***
  • Ve elbette öyle bir gün gelecektir ki; «Milletin iradesine, -en beğenmediğimiz bir konuda tecelli etse bile-, saygılı olmanın fazileti mutlaka öğrenilecektir.
  • Türklüğe kötülük edenlerle elbette dövüşülecektir. Ama neyin, hangi fikrin ve nasıl bir davranışın kötülük olduğunu, hiç kimse keyfine göre tesbit edemez. Türklüğe kötülüğün gerçek ölçüsü, – çağımız şartlarının Türk gözüyle incelenmesinden, – üç bin yıllık tarihimizin emrettiği icaplardan, – dünyadaki yerimizin manasını bilmekten geçer
  • Çağımızda, en başta komünizm olmak üzere hedeflerine ulaşmanın aşılmaz engeli bildiklerinden ve aslında da öyle olduğundan, milliyetçileri suçlamakla birleşen farklı dünya görüşleri ve ideolojilerin varlığından habersiz bulunmak bilgisizlik, gaflet ve bazı şartlar içinde kesinlikle ihanettir. Milliyetçilik düşmanları, uzay çağına yakışacak bir ustalıkla hazırlanmış propaganda teknikleriyle, iyi niyetli fakat cahil aydınsıların (!) bir kısmını şartlandırmak başarısını da göstermişlerdir. [s. 10]
  • Gerçeğe en yakın düşeceğini sandığımız bir söyleyişle, yıkılma çağı sonrasının aydınları şekilde milliyetçi özde taklitçidirler. [s. 12]
  • Türk milliyetçiliğinin ortaya atılması ve güçlenmesi, idaremiz altındaki diğer milletleri de uyandıracak, ayrılık kavgalarının başlamasına yol açacaktır. Oysa, diğer milletler çoktan uyanmıştı; uyuyan sadece bizdik! [s. 20]
  • En kahraman insan, benliğine karşı cesur olandır. [s. 30]
  • Birbirlerinin boynuna sarılması gerekenlerin bir bölümü, sırf yanlış tanımaktan ötürü, diğer bölümün boğazını sıkarsa, milletçe giriştiğimiz mücadelenin başarı ile bitmesi hiç mümkün değildir. [s. 36]
  • Biz, Türk milletini gerçekten sevenlerin, birbirlerini de sevmeğe mecbur olduklarını anlatmağa çalışıyoruz. Hepsi bundan ibarettir. [s. 36]
  • Milliyetçileri suçlama mekanizması hayranlık uyandıracak bir ustalıkla düzenlenmiştir ve şöyle çalışır: Milliyetçiliği doğrudan doğruya kötülemeğe kimsenin cesareti yoktur. Önce, aşırı sol’un dışında kalan ve zararlı görülen bütün fikir ve ülkülere “Aşırı sağcılık” adı verilir. Sonra, başına bir aşırı sıfatı eklenerek milliyetçilik de “aşırı sağ”ın bir kolu sayılırdı. Daha başlangıçta beliren ayrılık nedense terk edilmez. Nasıl bir hokkabazlıkla bulunduğuna akıl erdiremediğimiz garip bir formül karşısındayız: Aşırı sol komünizm ve aşırı sağ, aklınıza ne gelirse!.. Keyfiniz hangi fikri kötülemek, hangi ülküyü boğdurmak istiyorsa, zahmet buyurmayın damga hazırdır: “Aşırı sağın aşırı milliyetçilik kolu, aşırı sağın aşırı dincilik kolu, aşırı sağın aşırı diktacılık kolu…” Büyük marifet! Kötüleme sahasını genişletmek ve milletin kafasını bulandırmak için daha uygun bir yol bulunamazdı. Öyle ki, sadece elmalarla armutları toplasalar yine razı geleceğiz, nihayet birbirlerine benzediklerini düşüneceğiz! Ya fillerle karıncalar toplanırsa ne yapalım! [s. 38]
  • İnanç açısından sağcılığın ne olduğu dinimizin kutsal kitabı Kur’an’da yazılıdır. Allah’a inananlara sağcı (Ashab-ı yemin) Allah’a inanmayanlara da solcu (Ashab-ı Şimal) denmiştir. [s. 48]
  • Mefhumların kah gülünç, kah korkunç maskelerle raksa çıktığı bir karnaval balosu: fikir hayatımız. Tanımıyoruz onları, nerden geliyorlar, bilen yok. Fir’avunlara benziyorlar, kalabalığa çehrelerini göstermeyen fir’avunlara. Ve aydınlarımız, o meçhul heyulalar için ehramlara taş taşıyan birer köle.
  • Kavga, insanla kader arasında değil artık, insanla kelime arasında. Rüyaları o bayraklaştırıyor. Yığınlar onun için yaşıyor, onun için dövüşüyor, onun için ölüyorlar. Mukaddeslerin rengine bürünen bir bukalemun kelime; semavi kitapların şeytanı. Ve en tehlikelileri, toprağımızda doğmayanlar. (Cemil Meriç) [s. 77]
  • Milliyetçilik, bir milleti “millet” olmaktan çıkarıp “halk yığını” hale getirdikten sonra onun yalnız iktisadi refahını düşünmekle olmaz. Çünkü insanlarda yalnız mide değil, zihniyet ve inanç da vardır. (N. Atsız) [s. 85]
  • … bir kelimeyi sahiplenmemek, hasımlarımızın aynı kelimeyle saldırmalarını acaba önler mi? [s. 100]
  • Komünist bir ülkede komünizmin karşısına çıkmak ayıplanacak bir tutumdur ve üstelik suçtur. Fakat komünist olmayan bir ülkede her hangi bir insanı “Antikomünisttir” diyerek suçlamak ve ayıplamak elbette mümkün değildir. İşte komünizm propagandasının ustaları, komünizme karşı çıkılmasını suçlamaya yarayacak ve özellikle saf aydınlar tarafından benimsenecek bir deyim aramış ve sonunda en münasibini bulmuşlardır. Buldukları deyim, faşizmdir. [s. 113]
  • Türk milliyetçilerinin ülküsü milletimizi kıyameti değin yaşatmak ve yükseltmektir. Bize göre demokrasi, sadece bir vasıtadır, milletlerin idaresi için tarih boyunca denenmiş çeşitli rejimlerden biridir ve gerekli şartların hazırlanması halinde en iyisidir. Ama milletimizin varlık davası tehlikeye girer de, ya demokrasiden vazgeçmek veya tehlikeye boyun eğmek zorunda kalırsak, hiç tereddütsüz demokrasiyi feda ederiz. Milletimizin bağımsızlığı ile, fertlerin hürriyetleri arasında bir seçme yapmak mecburiyeti doğarsa, demokrasinin yüksek ilkelerini hiç düşünmez, fert hürriyetlerinin kısıtlanmasını isteriz. [s. 117]
  • Gerçek bir milliyetçi, devletini yönetenlerin haksız davranışlarından zarar görse bile, devlete üstün bir değer verir, şerefine asla toz kondurmaz. Basit bir misalle yetinelim: Herhangi bir solcu veya milliyetçi olmayan bir kimse, bir zarar gördüğü vakit, yabancı bir kuruma şikâyette bulunur, hatta korunmasını ister. Ama bir milliyetçi, devletinin işlerine bir yabancıyı asla karıştırmaz. [s. 122]
  • Türk milliyetçiliği, bir insanı mensup olduğu sınıfa göre değil, milletine yaptığı hizmete göre değerlendirir. [s. 124]
  • … tesadüflerin devlet adamı unvanı kazandırdığı bazı kimselerin, Devletin düşmanları ile dostlarını aynı terazinin kefesine koyduğunu, dostla düşmanı aynı derecede ”tehlikeli” saydığını gördükçe, “Baht Utansın” demekten gayrı elimizden ne gelir. [s. 137]
  • Önceleri toplumları vatansever muhafazakârlar yönetirlerdi. “Aslan tabiatlı” olan bu yöneticiler amaçlarına varmak için daha çok kuvvet kullanmak isterlerdi. Bir süre sonra toplumlar “Tilki tabiatlılar” tarafından yönetilmeye başlanmıştır. Tilkiler bencil amaçlarını gerçekleştirmek için çok defa hileye, entrikaya, yalana müracaat ederler. (Pareto) [s. 189]
  • Antisemitizm (Yahudi düşmanlığı) bütün Avrupa’da ve Hristiyan dünyasında yaygındır. İsa’nın Yahudiler tarafından çarmıha gerilmesini en büyük günah sayan Hristiyanlığın ruhunda, bu günahın suçlarını cezalandırmak ve İsa’nın intikamını almak inancı 2000 senelik bir köke maliktir. Bu sebeple bütün Avrupa devletleri zaman zaman Yahudi katliamları yapmış, kitle sürgünleri tertiplemişlerdir. [s. 260]
  • Türk devletinin ilkesi ve Türk milletinin ülküsü cihan sulhu ve (Nizam-ı Alem) temininde tecelli etmiştir. Nizam, adalet ve barış ülküsü ile cihad eden bir millet şüphesiz başka kavim, din ve ırklara düşmanca davranamazdı, onu için de davranmamıştır. (Alparslan Türkeş) [s. 261]
  1. asırda Türkler arasında dolaşmış bir İngiliz şöyle yazıyor: “Türklerle aslıda ikide bir çatışıyoruz, üstelik dinlerimiz de birbirine karşıt ama bana öyle iyi davrandılar ki doğrusu utandım. Herkes güler yüzlüydü. Herkes dostluklarını hareketleriyle fakat biraz da yukarıdan bakarak ortaya koymak istiyordu.” [s. 262]
  • Her memleketin kendine özel idare usulleri ve sistemleri vardır. Bunların kopya edilmesi Türkiye’ye yararlı olamaz. Türkiye için ne komünizm, ne faşizm, ne liberalizm ve ne de kapitalizm uygun bir idare sistemi olamaz. Bunun için Türk milletinin milli gerçeklerini, Milli ruh ve ahlakını, tarihini esas alan ve modern ilmi önder kabul eden bir milli idare sistemi ortaya koymak zorundayız. (Alparslan Türkeş) [s. 264]
  • Türk milletinin bütün milletlerden daha vakur, daha köklü medeniyetler kurmuş olan tarihin eski ve büyük bir milleti olduğuna inanmak bununla övünç duymak aşırılık sayılıyorsa bizler aşırı Türk milliyetçisi olmaktan yüksek bir gurur duyuyoruz. (Alparslan Türkeş) [s. 265-266]
  • Bizim nazist ve faşist olmamıza gelince: Şahsen benim için, bu bir tenezzül meselesidir, kardeşim. Ben, tarihte çok büyük, siyasi ve idari hamle yapmış bir milletin çocuğuyum. Benim tarihim, insanlığın pek nadir yetiştirdiği yüksek ideallerle, adaletle, ahlakla, büyük askerlik ve siyaset dehasıyla meşbu devlet ve dava adamlarının bir meşheri halinde. Tamamen bana ait olan, bu büyük ve üstün numuneleri bırakıp da, Avrupa’nın şurasında, Çin’i burasında çıkan adamları örnek kabul etmeyi zül addederim. Buna tenezzül etmem ve bu kadar düşmem. Bu derekeye düşmüş zavallıların hepsi, milli telakkiden, kendi milletlerinde kopmuş tiplerdir. Onlar tarihimizde büyük devlet ve millet rehberleri bulunabileceğini idrak bile edemeyen insan müsveddeleridir. Kendi milletlerinden, kendi tarihlerinden, daha doğrusu kendilerinden kopmuş, avare ve serserilerdir. Onun için Şark’tan ve Garb’dan garabet numuneleri ararlar. Gayri milli bir maarif siyasetiyle, kendisine ait olan her büyüklüğe “kakadır” telkiniyle yetiştirilen bu adamlara, “hasta” gözüyle bakarım. Ekserisinin tedavisi kabildir. Bu küçük kısmının ise, artık Türklükleri kaybolmuştur. Milli beka ve yükseliş mücadelesinde bu çeşit fireler olacaktır. Ne yapalım? (Dündar Taşer) [s.272]
  • Kendi milletimize inanmak, onun mümtaz vasıf ve kabiliyetlerinden şüphe etmeksizin, devamlı yücelmesini, büyümesini istemek düşüncesi ve hareketi Türk milliyetçiliğidir. (Alparslan Türkeş) [s. 3]
  • Osmanlıcıların başlıca gafleti (hainleri bir tarafa bırakırsak) şu idi: Türklükten bahsedildiği zaman diğer topluluklardaki milli şuurun ve bağımsızlık isteklerinin uyanacağını öne sürerken, özellikle Balkan milletlerinde Fransız İhtilali’nin tesirleri ve Çarlık Rusya’sının devamlı kışkırtmasıyla uyanmasından korkulan milli şuurun çoktan uyandığının ve bağımsız devlet kurma isteklerinin fikir olmaktan çıkıp, silahlı mücadele yoluyla gerçekleştirilmesine gayret edildiğini unutmuşlardır. [s. 20]
  • Meşrutiyet İslamcılarının bir kısmı, İmparatorluğu yaşatmak iş için ümmet birliği ülküsüne sarılırken gerçekten samimi idiler. Nitekim o yılların İslamcıları’ndan Mehmet Akif, Balkan ve Birinci Cihan Savaşı felaketlerini gördükten sonra ümmet hayaline veda etmiş, milliyetçiliğe dönmüş, İstiklal Marşı’nda ‘Irkım’ sözünü açıkça kullanmış, bütün Türk milliyetçilerinin benimsediği bir insan haline gelmiştir. [s. 21]
  • Türkçülük ülküsü, teb’a ve din birliğinin yalnız başına artık önem taşımadığını, millet birliğinin diğer bütün değerlerin üstüne çıkarıldığını görmekten, yaşamak ve denemekten doğmuştur. [s. 22]
  • … tarif unsuru, kendinden olanların tamamını içine almalı, kendinden olmayanların hepsini dışına atmalıdır. [s. 32]
  • Milleti yalnız ırk esası üzerine kurmak, menşei meçhul bir tesadüfe terk etmek olur. Hele asırlardır, milliyet devrini yaşayan, muhtelif devletler kurarak millet vasfını mükerreren kazanmış olan Türk milleti için ırk, yalnız başına milleti tavsif ve tarif edemez. (Ziya Gökalp) [s. 38–39]
  • Bugün Türk milliyetçileri, dilimizin Arapça ve Farsça’dan doğan tehlikeye karşı yeterince korunduğu; ancak başka bir tehlikenin, Batı dillerinden gelen kelimelere tutkunluğun, bir de hem yeni nesilleri kültür mirasımıza tamamen yabancılaştıracak, hem de Türk dünyasının dil birliğini bozacak bir uydurmacılığın ortaya çıktığı inancındadırlar. [s. 40–41]
  • … Gerçekten, kelimenin çıplak görünüşüne bakarak nasıl bir manada kullanıldığını araştırdığımız vakit; ırkçı olduğunu bildiren milliyetçilerden bir tanesinin bile, ırk sözüne antropolojik bir mana vermediği hemen medyana çıkar. Irk kelimesi kimi zaman etnolojik manası ile alınmış, çoğu zaman da doğrudan doğruya “Millet” yerine kullanılmıştır. [s. 43–44]
  • Türk, Türk uruğundan gelenlerle, Türk uruğundan gelmiş olanlar kadar Türkleşmiş kimselerdir. [s. 44]
  • … etnolojik manada ırk, birbirine yakın dilleri konuşan ve müşterek ruhi temayüllere sahip olan milletlerin bütünüdür. [s. 49]
  • Hemşerimizi sordukları zaman “vatandaşımızdır” demeyeceğimiz gibi, öz kardeşimizi sordukları zaman da “akrabamızdır” demeyiz. Elbette hemşerimiz, aynı zamanda vatandaşımız; kardeşimiz de, akrabamızdır. Ancak aramızdaki bağı, en yakın noktadan tarif ederiz. İşte bunun gibi, aynı zamanda ırkdaşımız veya soydaşımız olmalarına rağmen; Azeri, Türkmen, Özbek ve diğer Türk zümrelerinden bahsederken “Milletdaş” demeliyiz. [s. 55]
  • Rus istilası başlamadan önce, Orta Asya Türklüğü’nün paylaştığı tek bir edebi lehçe – Çağatay veya Hakaniye lehçesi – varken, bugün Türkmen, Özbek, Kazak, Kırgız, Başkurt ve daha bir yığın lehçe meydana getirilmiştir. Tarih zümreleri birbirinden ayırmanın geçmişteki gerekçelerini bulmak üzere, adeta yeni bir tarih keşfedilmiştir. [s. 56]
  • … kültürün iki büyük kaynağı vardır: Dil ve Din. Türkiye Türkleri ile diğer Türk zümreleri de kültürün iki büyük kaynağında ortaktırlar. Hemen, benimsedikleri kültür değerleri açısından kıyaslandıkları vakit, Batı Anadolu ile Doğu Anadolu arasındaki farkın, Doğu Anadolu ile Azerbaycan Türklüğü arasındaki farktan daha mı az olduğu sorusuna kolay kolay cevap verilemez. [s. 60–61]
  • Vatan rahmetli Dündar Taşer ağabeyimizin emsalsiz söyleşi ile; “Milliyet ve mukaddesatın korunduğu yerdir.” Bu manası ile, bütün dünya Türklüğünün vatanı müşterektir; Türk milleti ve mukaddesatının korunduğu yer Türkiye’dir. Altaylardan gelen bir milletdaşımızın, “Anavatana kavuştum.” diyerek sevinç gözyaşları dökmesi başka türlü nasıl açıklanır? [s. 61]
  • Türk milliyetçileri, imkânlara rağmen Türkçeyi öğrenmeyen veya bildiği halde, Türkçe konuşmayan ve Türkçe yazmayan, başka bir bağlılıkta direnen bir kimseyi, elbette Türk saymazlar. Çünkü böyle bir davranış yabancı bir soya mensubiyet şuurunun ifadesidir. [s. 67]

Galip Erdem Sözleri

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu