Türkiye Cumhuriyeti, aşağı yukarı üç bin yıllık bir milletin yirmi iki yüzyıldan beri aralıksız var olan devletinin bugünkü adıdır.
Biz Türküz. Tarihimize ve en yakın mazimize dayanarak Türküz der ve bundan haklı bir iftihar duyarız.
Hiçbir ülkünün ardında almayarak, yalnız yiyip içmeyi düşünmek ve yalnız bugün için yaşamak insanlara hiçbir şeref vermez. Bu kadarını hayvanlar da yapar. İnsanlık, ülkü için yaşamak, bu uğurda fedakarlık etmek ve ölmektir. Ölümden hayvanlar da kaçar. İnsan, şeref için ve muhteşem saydığı bir gaye için ölmesini bilen yaratıktır
Ben, yabancı kaynaklı hiçbir fikri benimsemeye tenezzül etmeyecek kadar millî şuur ve gurura malik bir Türk’üm. Siyasi, içtimai mezhebim Türkçülük’tür.
Bir milletin yürütücü kuvvetine “ülkü” denir.
Bugünkü ülküler tamamıyla millidir. Dini inancı da içine almış olan milli ülkü, insanları sürükleyen, güçlendiren ve asilleştiren bir duygu ve düşüncedir.
Türkçüler, Tanrı’yı bir tarafa atmamıştır. Atmaz da. ‘Tanrı Türk’ü korusun!’ sözü Türkçülerin sloganıdır. Tanrı, insan zeka ve idrakının kavrayamayacağı yükseklikte olduğu için ikide bir onu ortaya sürerek, üzerinde kırıcı tartışmalar yapmanın aleyhindeyiz.
Yirminci yüzyılda müsbet ilmin ve batı medeniyetinin ışığı altında, medeni milletlerin ve toplumların dine bütün varlıklarıyla sarılmış olduklarını görüyoruz. Çünkü Tanrı inancı ve dolayısıyla din, fert olarak da, millet olarak da vazgeçilmez manevi ve ahlaki büyük bir dayanaktır. Bu sebeple, bugünkü Türk dünyasının dayandığı iki esaslı temelden birisini teşkil eden İslam dininin, milli varlığımızdan ayrılmaz bir parçası olduğuna inanıyoruz.
Ülkü; ilk önce, insanların gönüllerinde, gönüllerin derinliklerinde doğar ve kendini önce destanlarda gösterir. Sonra şuura geçer, büyük kılavuzlar tarafından açıklanır. Daha sonra da büyük kahramanlar, onu gerçekleştirmek için büyük hamleler yapar. Bu hamleler sırasında da ülkülü millet, kahramanların ardından gönül isteği ile koşar. Bütün bu uğraşmalar arasında da millet yürür, önce manen sonra maddetten ilerler, olgunlaşır, erginleşir.
Milleti yapan unsurlardan biri de din olduğuna göre, Türklerin dini üzerinde de durmaya mecburuz. Hiç şüphe yok ki, Türklerin dini müslümanlıktır. Eski dinimizden de bazı unsurlar alarak bir Türk müslümanlığı haline gelen bu din, on yüzyıldan beri bizim milli dinimiz olmuştur. Bununla beraber Türk olmak, için mutlaka müslüman olmaya lüzum yoktur. Çünkü bu günkü Türkler arasında birkaç yüzbin Şaman, birkaç yüzbin Hıristiyan ve hatta birkaç bin Musevi Türk de vardır. Din ayrılığı yüzünden bunları Türklükten çıkarmaya hakkımız yoktur. Zaten, Hıristiyan Türkler olan Gagavuzların Türkiye’de yerleşenleri, çoğunlukla Müslüman olmuşlardır. Onlar bunu, Türklüğün vazgeçilmez bir şartı saydıkları için yapmışlardır. Öyle görünüyor ki bir Türk birliği gerçekleştiği takdirde bütün bu şaman ve Hıristiyan Türkler Müslüman olacaklardır. Onun için onları şimdiden zorlamaya bir mecburiyet yoktur.
Eskiden Türkler arasında bir ayrılık konusunda Sünnilik – Şiilik meselesi de artık bahis konusu sayılmaz. Bunların hepsi müslüman Türktür ve müslümanlığı anlayıştaki içtihat farkları, artık Türkler arasında ikilik doğuramaz.
Türkçüler teşkilatlanmalı, bunun için de her zaman en güçlü milliyetçi teşekkülün çatısı altında toplanmalıdır. Bu teşkilatta geçimsizlik göstermemeli, benlik davası gütmemelidir.
Bize bir gençlik lazımdır. Temelinde cehalet, duvarlarında riya, tavanlarında dalkavukluk bulunmasın.
Büyümek istemeyen bir millet küçülmeye mahkumdur.
Fedakarlık insanları da, milletleri de asilleştirir, kahramanlaştırır.
Haritalarda ırkımızın yaşadığı yerlere baktık, milletimize fenalık edenleri tarihte okuduk ve milli kini ateşten damgalar gibi kalbimize yazdık.
Her iman ahlaka yürüyeceğine göre, Türkçülük’te de sağlam bir ahlakın bulunması birinci şarttır.
İnsan meziyet sahibi olmaya mecburdur.
İstek ve inanç, her güçlüğü devirir.
İnsanlar mizah ve şaka yapabilirler. Fakat bazı konular vardır ki onlar asla şakaya gelmez. Orada ciddî olmak insanlık borcudur. Bayrakla alay edemezsin. Millî tarihle eğlenemezsin. Kuran’ı mizah konusu yapamazsın. Aile namusunu hiçe sayamazsın. Bunlar millî mukaddesattandır. Millî mukaddesatı olmayan millet, millet değil hayvan sürüsüdür.
Kendimize dönelim. Ahlak, edebiyat, musiki, giyim, zevk, yemek, eğlence, hukuk, aile, adet, anane ve her şeyde milli olalım.
En büyük kahramanlığı yapsanız bile en küçük karşılığını beklemeyiniz.
Türkçülük bir dünya görüşüne mâlik olmalı ve onun kıyafetten takvime, soyadından aile telâkkisine kadar her şeyi kendi açısından mütalâa eden fikirleri bulunmalıdır.
Hem duyguya, hem de düşünceye dayanan milli şuur, bir milletin manevi kuvvetlerinden en önemlisidir.
Bir topluluktan müşterek ülküyü kaldırın, insanların hayvanlaştığını görürsünüz.
Bize lazım olan gençlik bir fırka veya zümre gençliği değildir. Biz fırka ve şahsiyetlerin ebediliğine kani değiliz. Her şeyden üstün, her şeyden önce bir Türkiye vardır. Biz Türk Gençliği istiyoruz!
Ahlak, millet yapısının temelidir. O olmadan hiç bir şey olmaz.
İslâmiyetten önceki Türkler evli kadına taarruz edeni, büyük hırsızlık yapanları idam ederlerdi. Sık sık gördüğümüz, üç beş yaşındaki çocuklara tecavüz edenlerin yaşatılması insaniyet midir? Unutmamalı ki, ahlaksızlar ve hainler sertlik karşısında sinerler.
Dün sultanlara taptığı zannolunan bu millet, milli mevcudiyetini tehlikede görünce bir kumandanın emri altına girmiş, hayatını ortaya atarak istiklalini ve istikbalini kazanmıştır.
Dil; bir milletin sembolüdür. O milleti bir arada tutan ve yok olmasını engelleyen biricik faktördür.
Bir millet bağımsızlığını, hürriyetini ve sınırlarını kaybedebilir, hatta yıllar boyunca başka bir milletin esareti altında yaşamak zorunda kalabilir ama bütün bu unsurlar o milletin yok olmasına etken olamaz. Ancak kendi dilini kaybetmiş bir millet yok olmaya mahkumdur.
Dünyanın bütün Türkleri, Türkiye’ye Kâbe gibi bakıyor. Türkiye’nin kendilerini bir gün kurtaracağı efsanesi aralarında yaşıyor. Yalnız anayurtta ve zulüm altında yaşayan Türkler değil, medeni ülkelerde yaşayan Türkler de buraya hasret çekiyor.
Sefil ihtirasların ve baykuş seslerinin söndüğü yarınki Türkelinde Kür Şad için ulu bir anıt düşünüyorum. Gösterişsiz, sade fakat metin, kayadan bir anıt…
Milliyetçi Hareket Partisi, adından da anlaşılacağı gibi milliyetçi bir partidir ve başkanı Alparslan Türkeş eski Türkçülerden biridir. Bu parti yobazların barınacağı bir parti değildir. İslâmiyeti yobazlık sananların bu partide işi yoktur.
Müslümanlık, temeli atılmış, büyük bilginlerini yetiştirmiş, tedvin olunmuş bir dindir. Onun yeni baştan açıklanması için Kürt Said gibi maskaralara ihtiyaç yoktur.
Başka milletler ancak şehir devletleri kurabilirlerken, birçok şehirleri de içine alan bu devletler, Türklere cihan hakimiyeti ve büyük ülkülere bağlanma düşüncelerini doğurmuştur. Hun, Göktürk ve Osmanlı imparatorlukları bu büyük ülkünün sonucu olup cihan tarihinde bunlarla kıyaslanabilecek devletler olarak yalnız Roma ve Abbasiler gösterilebilir.
Yalnız servet ve refah bir topluma bahtiyarlık getirmez. Olsa olsa hayvana rahatlık getirir. İsviçre çiftliklerindeki inekler de ahır, yem, bakım mükemmelliği yönünden refah içindedirler. Fakat bahtiyar sayılamazlar. Çünkü bahtiyarlık ruhi hazlarla duyulan her haldir ve yalnız insanlara mahsustur. Ruh dediğimiz manevi değer yalnız insanlarda vardır.
Barış, savaşın başka metotlarla devamı ve silahlı savaşa hazırlığın ayrı bir şeklidir.
Ülküler, gerçekle hayalin karışmasından doğmuş olan, düne bakarak yarını arayan, milletlere hız veren ve uğrunda ölünen büyük dileklerdir.
Ben sigara içmem, dumanından tiksinirim. Vapurda, dolmuşta beni en çok rahatsız eden nesne ağzı emzikli vatandaşlardır. Eskiden, yürürken bile ağzında sigara taşıyan yalnız Köprülü Fuat’tı. Şimdi hamalından cici bayanına kadar herkes Köprülüzade oldu. Herif, sırtındaki 150 kiloluk yükün altında canı burnunda yürürken bile ağzından sigarasını eksik etmiyor.
Ülküler için “maddi faydası nedir?”, “uygulanabilir mi?” diye düşünmek doğru değildir. Hiçbir inanç riyazi mantığa vurulmaz. Tanrı’nın varlığı da riyazi metod ile isbat edilememiştir. Fakat yüz milyonlarca insan ona inanmakta ve bu inançtan güç almaktadır. Ülküler de böyledir.
Kızılelma, Türk milletinin manevi besinidir. Açlar yiyecek bulamadıkları zaman nasıl faydasız, zararlı, hatta zehirli nesneleri yerlerse; Türk milleti de “Kızılelma” kendis!ine yasak edildiği için marksizm ve kozmopolitizm gibi zararlı ve zehirli fikirlere el uzatıyor.
Kızılelma ülküsüne “tehlikeli maceracılık” diyenler, bugünkü Araplar ile Yahudiler’e bakıp düşünmelidirler. Hele Yahudiler 2000 yıl önce kaybettikleri vatanlarını yeniden ele geçirmek ve yalnız kitaplarda kalmış olan İbrani dilini diriltip bir konuşma dili haline getirmek uğrundaki çalışmaları ile dünyaya örnek olmuşlardır.
Kızılelma ülküsünün gerisinde savaşlar ve büyük sıkıntılar görüp de korkanlar bulunabilir. Kendi rahatı ve keyfi kaçmasın diye insanlık davası (!) güdenler, ülküyü inkar edenler her zaman, her yerde çıkabilir. Fakat bir milletin içinde büyük bir çoğunluk milli ülküye inandıktan sonra, geri kalanlar da ister istemez bu milli akıntıya uymaya mecburdurlar.
Milli ahlakın mezbahası olan bar, meyhane, balo gibi yerler ve güzellik kraliçesi seçimi gibi rezaletler Türkiye’de yasak edilmelidir. Medeniyet bunlar değildir. Bunlar medeniyetin kanalizasyonlarıdır.
Ülküsüz millet, şuursuz insan gibidir.
Ülküsüz topluluk yerinde sayan, ülkülü topluluk yürüyen bir yığındır.
Ülkü yolunda yürüyen milletler başka milletleri hem korkutur, hem kendisine hayran bırakır.
Ülkü yolunda yürüyen millet, kendisinde başka milletlere karşı mevcut aşağılık duygusunu atmıştır. Kendisine inandığı ve hiçbir şeyden korkmadığı için düşmanlarının çokluğundan, tekliğinden ürkmez.
Ülkücülük, Türk sevgisi ve Türk menfaatini gözeten bir olgudur.
Ülkücülük büyüklük davasıdır, büyümek isteyen kişilerin ülküsü vardır.
Dünyadaki bütün milletler, yabancı devlet hakimiyetinde kalan soydaşlarını kendileriyle birleştirmek için silahlı ve silahsız savaşlar yaparlar. Bunun adı emperyalizm değildir, irredantelizmdir ki makbul bir davranıştır.
Bir millet, büyümek ve iş yapabilmek için kendisinin büyük bir millet olduğu inancını duymalıdır.
Bir millete, geçmişini unutturmak, onu yok etmenin ilk şartıdır.
Türkçülük bir ülkü, siyaset ise iktidara geçme taktiğidir. Bu sebeple bir ana inanç ve ana düşünce olan ülkü asla değişmediği halde siyaset yani taktik her zaman değişir.
Bize yalnız dans etmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve aşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lazımdır.
Bizim için önemli olan, dost kılıklı yabancıların milli ülküyü güya milli çıkar adına baltalamasının önüne geçmektir.
Türkçü; eyyamcı ve dalkavuk olamaz. Sert yaşamaktan hoşlanır ve en büyük sertliği de nefsine karşı gösterir.
Büyük adam hususi hayatında da yüksek ve temiz olan adamdır. Bir takım meziyetleri bulunan bir rezil hiç bir zaman büyük değildir.
Davanın adamı olmak gerekir.
Her Türkçü, bulunduğu yerin görevini inançla yaparsa, Türkçülük ülküsü sağlamlaşır. Türklük güçlenir.
Her Türkçü, kendi çevresini uyarmaya ve aydınlatmaya çalışmalıdır. Bulunduğu şartlar içinde nasıl bir Türkçülük yapacağını kestirmek, o Türkçünün zekasına ve kaabiliyetine kalmıştır. Lüzum görürse milliyetçi teşekküllere ve kişilere sormalı, sormazsa vicdanına danışarak hareket etmelidir.
Yanlışlar samimiyetle itiraf olunmalı, bir daha yapılmamasına çalışılmalıdır.
Irkî asaletimiz, enerjimiz ve insanlık meziyetlerimize dünya milletleri ve büyükleri hayran kalırken, bizim kendi milletimizi hiçe saymamız ve kendi kabiliyetlerimizden ümit kesmemiz eğer fena bir kasda makrunsa alçaklık, böyle bir niyete matuf olmadan inanılmış ise kör gözlü bir budalalıktır.
İlk düşüneceğimiz şey: Türkiye’de Türk Kültürü’nü hakim kılmak, yabancı tesirleri silkip atmaktır.
İnsanları insan yapan, büyük bir düşüncenin ardından koşmalarıdır. İnsan, şeref için ve muhteşem saydığı bir gaye için ölmesini bilen yaratıktır.
Şimdi herkes akl-ı evvel oldu. Beş on tekerlemenin tekrarlanmasıyla dünyayı bir çırpıda düzeltiyorlar.
Türk Budun, Ökün!?… Kendine gel. Aklını başına topla. Her söze, herkese inanma. Beynini işlet. Geçmişini hatırla. Seni nelerin yükseltip, nelerin alçalttığını düşün. Safsatalardan uzaklaş. Şunun, bunun ardından gitme.
İşkembe kazanından dîba çıkamaz. Yüz defa aldandığın, aldatıldığın halde hâlâ iyiyle kötüyü seçemeyecek misin? Yüzlerce büyük millî kahraman dururken maymun suratlı, kan içici, riyakar Asya ve Avrupa serserilerinin resimlerini duvarlarına asacak kadar beyinsiz ve haysiyetsiz olanlara gerçeği öğretmek için boşuna vakit harcama.
Onlarsa belâlarını bulacaktır. Sen vakit kaybetmeden bir baltaya sap olmaya çalış. Bir baltaya sap olmak demek, millete hizmet edecek bir yer, bir su başına geçmek demektir. Makamlar, mevkiler ancak Türk milletine yararlı olabilmek içindir.
Türk her şeyden önce, Türk soyundan gelen insandır. Türk soyundan gelince de pek ender bazı istisnalar bir yana o insanın Türkçe konuşması ve Türk kültürünü taşıması gerektir.
Türk Milleti hiçbir şeyi kendi felsefesi ve kendi düşüncesiyle tartmadan körü körüne kabul etmez. Ancak yaygaralı yavelerle cemiyeti karıştıran ve bulandıran bezirgan ruhlu milletlerden değildir. Onda büyük ve çelik Türk sükunu ve kuvveti vardır.
Türk Milleti için en insanca, en yüksek düşünce tutsak yaşayan soydaşlarını kurtarmak için yapacağı savaştır.
Türk Milleti; kahraman askerler, büyük devletler ırkı ve milletidir.
Türk Milleti’nin aşırı sabırlı olduğunu, fakat ayranı kabardığı zaman, Kağan arslan gibi önünde durulmadığını bütün tarih ve dünya bilir.
Tarihte gerçek olan şeyler, gelecekte de gerçek olabilir.
Türklük, Müslümanlık olmadan da yaşar ve nitekim yaşamıştır ama Müslümanlık Türksüz yaşayamaz.
Bir millet için, büyümekten korkmak kadar ölümcül düşünce olamaz.
Biz bin yıl sonrasına hitap ediyoruz.
Soyculuk, ilk önce bir milli savunma vasıtasıdır. Türkelindeki azınlıkların, kendi aralarında gizlice yürüttükleri, soy şuuruna karşı bir koruma tedbiridir.
Soyculuk, Anadolu Türklerinin içinde örf olarak yaşamaktadır. Köy ve kasabalarda, kaç yıl ve hatta yüzyıl önce oraya gelmiş olan bir yabancının bugünkü torunları hala yabancı sayılır. Tamamen Türkleşen, Türkçeden başka dil bilmeyen ve kendisini başka bir millete mensup saymayan bu türlü insanlara dahi yabancı gözle bakmak Anadolu Türklerindeki kuvvetli soy şuurunu gösterir. Demokrasinin bir “çoğunluk isteklerinin gerçekleştirilmesi sistemi” olduğu unutulmamalıdır.
Milattan önceki yüzyıllarda Hunlar, çocuklarını, topluma faydalı olabilecek bir terbiye ile yetiştirirlerdi.
Milletimiz ne fedakarlıkta, ne milletseverlikte, ne yaratıcılıkta ve ne de müminlikte hiçbir milletten geri değil ve hatta ileridir.
Milletleri millet yapan, uğrunda ölecekleri yüksek ülkülere bağlanmış olmalarıdır.
Milletler fedakar fertlerin çokluğu nisbetinde yükselir.
Milletler, ölebildikleri kadar yaşama hakkına sahiptir.
Milli ahlak; bizim için cephelerde kan döken, tarlalarda alınteri akıtan ve nihayet bütçemizi doldurmak için kesesini boşaltan halkımızın, malına ve canına göz dikmemektir. Onun için çalışmayı, kendimiz için çalışmaktan üstün tutmaktır.
Milli benliğe inanmak, Türk Milleti’nin mukaddes haklarına, faziletlerine, kabiliyetlerine, cevherine ve asaletlerine inanmak demektir.
Milli mukaddesatı olamayan millet, millet değil, hayvan sürüsüdür.
Milli şuur bir ışıktır. Yurdu aydınlatır ve gizli köşelere sinmiş olan bütün akrepleri açığa çıkararak, karanlıkta iş görenlere engel olur.
Milli şuur, bir milletin kendini duyması ve bilmesidir.
Türk destanlarından çıkan anlama göre, Türklerin ülküsü, fetihler sonunda büyük ve üstün bir devlet kurarak bu devletin içinde bolluğa ve mutluluğa kavuşmaktır. Aşağı yukarı, her millet, aynı şekildeki milli gayelerin ardındadır. Milletlerin çapına, kabiliyetine göre milli ülkülerin ayrıntılarında farklar olmakla beraber, ana çizgiler bakımından hepsi birbirine benzer: Büyümek ve rahatlığa kavuşmak!
Milli şuur, bir milletin yaşama ifadesi, hayat kaynağı ve en kuvvetli silahıdır.
Milli şuurun uyanık olduğu yerlerde, yabancı unsurların borusu ötmez.
Türkler hem ahlaklı, hem de iradeli bir millettir. Zaten bu ikisi, çok kere birlikte bulunur.
Türkler, kendi ülkülerine niçin “kızılelma” demiştir, bunun sebebini bilmiyoruz. Yalnız bu addaki saflık ve tabiilik, Türk ülküsünün çok eski olduğunu göstermek bakımından manalıdır. Kızılelma adı, ülkünün aydınlardan önce halk arasında doğduğunu gösterse gerektir.
Türkler, tarihte oynadıkları rol bakımından, dünyanın birinci milletidir.
Ümit, en sonra terk olunan şeydir. Ümitlerimiz kırık değildir. Uğrunda çalışanlar, ızdırap çekenler, ölenler bulundukça Türkçülük mutlaka zafer olacaktır.
Yabancı hakimiyetler altında kırılan, sürülen milyonlarca ırkdaşımızın bulunması bize vazifemizin büyüklüğünü ve şerefini hatırlatsın.
Yalnız kazancımızı, midemizi, maddemizi düşünmeyelim. Bunu hayvanlar da yapar. Daha çok manaya, düşünceye, ülküye dönelim. İnsanlık budur.
Milli şuurun uyuşuk veya uyanık olması, milletlerin yaşama kabiliyetleriyle orantılıdır.
Milli şuur uyanık olunca başıbozuktan kurmay, vatan haininden profesör, hekimden dilci, cahilden müverrih, yabancıdan vekil, serseriden ülkücü çıkmaz.
Milli ülkülerde onun şiir yönü olan bir romantizm bulunmakla beraber ülkü; aslında gerçeklere dayanan, açık ve kesin amaçları olan bir duygular ve düşünceler sistemidir.
Milli ülküler, toplulukların yaratıcı kuvvetidir. Yüzyıllar boyunca değişmeden yaşar
Milli ülkü yalnız madde üzerine kurulamaz. Milletlerarası ilişkilerde, yalnız insanlarda bulunup öteki yaratıklarda bulunmayan şeref ve haysiyet kavramlarının, yani manevi faktörlerin de payı vardır.
Milliyetçiliğin zamanı geçmez, dünyada milletler ve diller kaldıkça, milliyetçilik de kalacaktır.
Milliyetçilik, öyle kuvvetli sosyal bir kanun, öyle müthiş bir hakikattir ki, hiçbir kuvvet onu kaldıramaz, yok edemez.
Milliyetçilik, toplumların binlerce yıldan beri nice çilelerle, olgunlaşa olgunlaşa vardığı büyük sonuçtur.
Ne kadar milliyetçi olsak, yine geçmişe bağlıyız. Çünkü; kökü mazide olan atiyiz.
Ortak düşüncesi olmayan toplulukta, herkes, yalnız kendi çıkar ve zevkini düşünür. Böyle bir toplulukta fedakarlık, saygı, nezaket kalmaz. Bencillik, kabalık, rüşvet, iltimas ve namussuzluğun türküsü alır yürür.
Sözlük anlamı “and” ve “uzak hedef” demek olan “ülkü”, topluluğu aynı yolda yürüten bir kuvvettir ki, bu uğurda insanlar birbirlerine karşı içten sözleşmiş gibidirler.
Tarihi düşmanlar, ancak dışişleri bakanlarının dostudur. Milletin asla…
Bize fenalığı dokunmayan milletlerin, fikirlerin ve insanların dostuyuz. Fakat, hayatın yalnız sevgiyle yürüyeceğini sanmanın büyük bir gaflet olduğuna inanıyoruz. Dünyada her şey, zıddı ile birlikte vardır. Bundan dolayı sevgiyle birlikte kin de bulunacaktır. Türkçülük, bir bakıma göre de, “Türkçülük düşmanlığı düşmanlığı”dır.
Tarihimizle övünmek hakkımızdır.
Taviz bir fedakarlıktır. Ancak dosta karşı yapılır. Düşmana verilen taviz bir nevi yenik düşmeden başka bir şey değildir.
Taviz, dostun gönlünü kazanmak için verilir. Düşmanın bir gönlü yoktur ki; kazanılsın.
Tehlikeler nereden gelirse gelsin ve ne kadar büyük olursa olsun, tek çare ve tek ilacı Türk Ülküsü’dür.
Toplumlardaki kişileri birbirine bağlayan nesne, sadece kök birliği, çıkar ve ihtiyaç değil, bunlarla birlikte ve aynı zamanda ülküdür.
Turancılık, bütün Türkler‘in birleşmesi ülküsüdür.
Turancılık’la emperyalizmi karıştırmak büyük bir yanlıştır.
Turancılık romantik bir hayal değildir.
Taviz hangi düşmanı isteğinden vazgeçirmiş, hangi taviz veren kazançlı çıkmıştır.
Turancılık, yani bütün Türkleri birleştirmek ülküsü, milattan önceki üçüncü yüzyıldan beri vardır. Türk büyüklerinin, iç huzuru sağladıktan sonra ardında koştukları tek düşünce her zaman Türk Birliği olmuştur. Ancak İslamiyet bu düşünceyi bir miktar değiştirmiş İslamlığı koruma kaygısı Türk Birliği ülküsünü zaman zaman az veya çok ihmal ettirmiştir.
Türk Ahlakı en eski çağlardan beri toplumcudur. Yani Türkler‘de toplumun menfaati insanlarınkinden üstün tutulur. Bununla beraber kuvvetli şahsiyetler daima saygı görmüşler ve topluma faydalı olmuşlardır. Ferdiyete değer vermeyen Türk Ahlakı, şahsiyete saygı göstermiştir.
Türk milleti büyük bir millettir. Tarihteki fonksiyonu çok büyük olmuştur. Türk devleti birkaç defa dünyanın ve tarihin en büyük devleti haline gelmiştir. Böyle bir milleti dünya birleşse bile ortadan kaldıramaz.
Türk bir vazife için yaratılmıştır. O vazife kainat güzelleştiği zaman biter.
Türkler, Türk soyundan gelenlerle Türk soyundan gelmişler kadar Türkleşip kendini o soya bağlayan ve beyninde hiçbir yabancı ırk düşüncesi bulunmayan fertlerin topluluğudur.
Türklük ve Türkçülük ebedîdir.
Türk Milleti, üç bin yıldan beri vardır. O’nun varoluşu, büyüklüğü, gücü, tarihe damgasını vuruşu, yalnız milli karakteriyle mümkün olabilmiştir.
Türk tarihi, iki yanı kahramanlık, şan ve ahlak heykelleriyle süslü uzun ve ulu bir yoldur. Bu yolun her adımında Türk’ün göğsünü kabartacak, başını dikleştirecek ve üstünlüğünü belirtecek bir kahraman, Türklük için nöbet beklemektedir. Bu kahramanların çoğunu, biz tarihin yolunu aydınlatan ışıkları altında görebiliyor, onlardan kafalarımıza bilgi, gönüllerimize güç ve iman alıyoruz.
Türk’ü, gerçek olarak, Türk’den başkası sevemez.
Türkçüler, dayanışmalı yaşamaya mecburdur. Dayanışma, az kuvvetle çok iş görmenin tek ve değişmez çaresidir. Dayanışma olmayan yerde, için için bir çekişme var demektir.
Türkçüler’in ilk işi, görevlerini arınmış gönül ve inanmış yürek ile yapmaktır.
Türkçülük, bir fikir olduğu kadar da inançtır. İnanç olduğu için de tartışmasız, tenkitsiz kabul olunur. Onun tartışılacak ve tenkit olunacak tarafı temeli, esası değil, ayrıntılarıdır.
Türkçülük, büyük Türk ilinde Türk uruğunun kayıtsız-şartsız hakimiyeti ve istiklali ile Türklüğün her yönden bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Türkçülük, bütün Türklerin tek devlet halinde birleşerek, her bakımdan bütün milletlerden ileri ve üstün olması ülküsüdür.
Türkçülük dün bir kaynaktı, bugün bir çaydır. Yarın coşkun bir ırmak olacak ve önünde yabancı duygu ve düşüncelerden gelen bütün engeller yıkılacaktır. – Türkçülük insanlara hiç bir vaatte bulunmuyor, maddi veya manevi bir şey vermiyor. Yalnız istiyor… Fedakarlık ve feragat istiyor.
Türkçülük, Türk ırkının ruhunda, kanında, beyninde yaşayan hayat prensiplerinin fikir haline gelmiş şeklidir.
Türkçülük, yükselmek için değil, yükseltmek içindir.
Türkçü, milli çıkarları şahısların üstünde tutan, milli mukaddesata ve geçmişe saygı gösteren, görev ahlakı yüksek olan, haksızlıklarla savaşta korkusuz bir insandır.
Türkçü‘nün en büyük vazifesi Türklüğe hizmettir.
Türkçü, ülküdaşları ile olacak bir geçimsizliğin ülküye zarar getireceğini bilir.
Türk’ün yıldırımı inecektir. Tanrı’nın gazabı bunların üstüne inmezse daha müthiş olan Türk’ün yıldırımı inecektir.
Yaşayıp yükselmek, ahlaklı ve iradesi sağlam milletlerin hakkıdır.
Yerinde kullanıldığı zaman bir hastayı diriltecek olan ilaç, yanlış kullanılırsa insanı öldürebilir. O zaman suç ilaçta değil, yanlış kullanandadır.
Yufka yüreklilerle çetin yollar aşılmaz.
Yüksel ki yerin bu yer değildir. Dünyaya gelmek hüner değildir.
Yüzde yüz Türk olduğun gün cihan senindir.
Zaman, en adil hakimdir.
Zaman kazanmak üzere geçici bir zaman için verilen taviz, taviz değil, karşı saldırı için bir gerilme ve gerilemeden ibarettir. Böyle bir düşünceyle yapılmayan, karşıdakini durdurmak, daha ileri gitmesini önlemek için verilen taviz yenilmektir. Bunun başka adı yoktur.
Turancılık, bizimle akraba olan milletleri, yani Moğol, Mançu ve Korelileri, hatta Finler ve Macarları da birleştirmek ülküsü değildir. Turan kelimesi Ural-Altay anlamında da kullanıldığı için Turancılığımız, Türk’ün tarihi vatanı olan ve çoğu hala Türklerle dolu bulunan ülkeleri bağımsızlığa ve Türkiye ile birliğe kavuşturmaktır.
Türkçülüğün tarih tezi, eski milletler ve hele Anadolu’da yaşayanları Türk saymak komedisinden tamamen uzak, bilim çerçevesi içinde milli bir görüştür: Türk tarihi Orta Asya’da Millattan Önce XII. Yüzyılda “Şu” veya “Çu”larla başlayan bir tarihtir. Bu tarih, Mançurya’dan Kırım’a kadar uzanan bir anayurttur. XI. Yüzyıla kadar sürmüş, XI. Yüzyılda Türkiye deiğimiz Anadolu, Suriye, Irak, Azerbaycan ve Horasan’dan meydana gelmiş ikinci bir anavatan kurulmuştur. Türkçülük bakımından Aksak Temür – Yıldırım Beyazıd kavgası, bir kardeş kavgasıdır. Türkçülük bakımından Türkiye tarihi Selçuklu, İlhanlı ve Osmanlı hakimiyetlerinin, şimdi de cumhuriyetin devam ettirdiği tarihtir. Tarihimizin Osmanlı çağı diğer iç ve dış gelişmelerle birlikte Türk soyunun devşirmelerle iç savaşı şeklinde mütalaa olunacaktır.
Hüseyin Nihal Atsız’ın değerli sözlerini özenle derleyip bizlerle paylaştığınız için kalpten teşekkür ederim; bu çalışma, Atsız’ı seven bir okur olarak benim için büyük bir hazine niteliğinde.
Hüseyin Nihal Atsız’ın değerli sözlerini özenle derleyip bizlerle paylaştığınız için kalpten teşekkür ederim; bu çalışma, Atsız’ı seven bir okur olarak benim için büyük bir hazine niteliğinde.