Millî İktisat

İktisat ve Millî Müdafaa – Hüseyin Nihal Atsız (1932)

On yedinci asır sonuna kadar muayyen bir araziye, kâfi miktar halka mâlik olan bir memleket kimseye muhtaç olmadan, kendi milli vasıtalarıyla temin ettiği istihsalatı ile iktisadi istiklalini temin ve idame ettirebilirdi.

Böyle bir memleketin komşularıyla olan iktisadi mahiyetteki münasebeti onlardan kendisine mevcut bulunmayan lüks eşyayı ithal etmekten ibaretti.

Bu devirde memleketler, vatandaşlarının ihtiyaçlarını bizzat kendileri temin ederek her hangi bir tehlike karşısında harici yardımdan müstağni bulunmaya çalışmakta idiler. Hükümet adamlarının vazifesi önce memleket içinde malların serbest bir surette seyrinin temini, sonra da istihsalin teşvik ve himayesinden ibaretti. Fakat sınaî hayatların inkişafı milletlerin iktisadiyatında muhtariyetin önüne demirden bir set çekti. Milletler siyasi istiklâllerin nispetinde iktisadi hayatlarında birbirlerine bağlandılar. Bir memlekete ait iktisadi hadiselere başlangıçta yalnız o memleketin malı iken sonraları bunların iyi ve fena neticeleri bütün memleketlere tesir eder oldu. Bugün bir memleketin iktisadi hayatındaki buhranlar o memleketin siyasi hayatları üzerinde de müessir olarak münasebette bulunduğu diğer memleketlerin iktisadi ve siyasi hayatlarının da müteessir etmektedir. Parası olmayan bir memleket münasebette bulunduğu diğer memleketten satın almakta olduğu maddelerin tamamını veya bir kısmını satın alamaz, bu netice satıcı memleketi müteessir eder. Milletler arasında tıpkı insanlar arasında olduğu gibi sıkı bir tesanüt ve iş bölümü vardır. Bir memleketin istihsal fazlası diğerleri tarafından istihlak edilir, bu suretle cihan iktisadında bir tevazün temin olunur. Milletleri birbirine bağlayan bu tesanütler arkasında milletlerin bir de mahrem cepheleri vardır. Bu cephelerin adı “MİLLİ DUYGULAR”dır. Milletler iktisadi münasebetlerini temin edebilmek için birbirleriyle temas ve mübadele de bulunmak ıstırarındadırlar; buna şüphe edilemez. Bununla beraber mübadele ve münasebet mecburiyeti milli duyguların, milli iktisadın ihmal edilmesini tazammun etmez.

Milletler on dokuzuncu asırda milliyetperverlikle beynelmilelcilik arasında çalkanıp durdular. Nihayet bu iki vaziyeti telif etmeğe çalışarak aralarında ticaret muameleleri, hususi gümrük tarifeleri yaptılar; bunlara milli mahsulleri koruyan hükümler koydular. Umumi harp esnasında bu teamül ve muahedatın kâfi gelmediği görüldü; milletler muhtaç oldukları maddeleri dâhilde temin edememekten mütevellit çok elim ve çok acı hüsranlar, ıstıraplar geçirdiler. Bilhassa Türkiye’miz bu hüsranlarla bu ıstırapların en şiddetlisini çekti. Umumi harpten sonra anlaşıldı ki milli müdafaanın temini ancak ve ancak istihsalatın millileştirilmesi tekessürü ve tenevvü ile kabildir.

Fakat istihsalat; istihlak ve ihracata bağlıdır. Bir memlekette istihlak ve ihracattan aşırı istihsal, neticesi vahim akıbetler doğurabilir.

Türkiye’mizin istiklalini koruyacak evvela ordu, sonra milli iktisattır.

Orduyu yaşatacak, ona kuvvet ve hareket verecek, iktisadi kudret verecek iktisadi kudret ve amillerdir. İktisadi kudret ve amillerin esası istihsalin tenevvüü, çokluğu ve bunların istihlak ve ihraçlarından ibarettir. İstihsalde müessir olan dört vasıta vardır:

1- El işleri (iptidai sanatlar);

2- Toprak;

3- Kudret (elektrik ve mihaniki kuvvetler);

4- Sermaye…

Bugün teessürle kaydedebiliriz ki biz istihsalde henüz el ve kol kuvvetinin amil olduğu iptidai iktisat devresinden tamamiyle kurtulamamışızdır. Nüfusumuzun beş altı mislini ferah ferah besleyecek kadar geniş topraklara malikiz. Bu toprak tamamen iptidai bir şekilde ve istifadeye gayri müsaittir. Ziraatı güneşin rahmetine, suların lütfüne bağlı bir memleket için ziraat memleketidir denemez. İhracatımızda en esaslı vazifeler gören öyle mıntıkalar var ki yağmurun yağmaması oralarda kıtlığı muciptir.

Zirai istihsalde iptidailiğimize rağmen Türkiye ciddi ve fenni esaslar dâhilinde çalışacak olursa Balkan pazar ve panayırlarına zirai mezat da ihraç edebilecek bir memleket haline gelebilir.

Memleketimiz zirai kabiliyetinden başka kudret ve mihaniki kuvvet itibarıyla da zengindir. Filhakika memleketteki madenlerden pek az istifade edilmektedir. Buna mukabil çok zengin maden, kömürlerimiz, ufak himmetler sayesinde sınaî tesisatta istifade edilecek nehirlerimiz vardır. Bir milli müdafaa; milli iktisadiyatımızı nutuklar; cemiyetlerle değil şeni esaslarla hal ve ikmal etmek mecburiyetindeyiz. Bunun için istihsalimizi medeni bir hale sokmak, nehirlerimizi kabili istifade bir vaziyete getirmek; madenciliğimizi kazma ve kürek madenciliğinden kurtarmaklığımız lazımdır.

Bu günkü harpler, medeniyetlerin, cemiyet iktisadiyatının yekdiğeriyle çarpışmasıdır. Bir ordunun askeri kabiliyeti ne kadar çok olursa olsun eğer o süngüsünü bileyecek taşı, mavzerini patlatacak barutu, askerinin sırtına ve karnına lazım olan mevaddı kendi milli unsurları vasıtasıyla temin edemezse muvaffakiyeti tesadüfe bağlıdır.

Silahları terk etme meclislerinin enternasyonal kongrelerinin temenni ve kararları ne olursa olsun belli bir hakikat varsa o da bütün milletlerin kayıtsız ve şartsız askerliğe doğru gidişleridir.

Memleketlerin bugünkü tamamiyeti mülkiyeleri ancak ordularının kuvveti ve askeri senaiyelerinin mükemmeliyeti ile kurtulabilir. Bu hakikati anlayan bütün milletler silahlanmakta, askerleşmektedirler;

İşte: Polonya, Finlandiya, İtalya, Romanya, Fransa, Rusya.

Harp muahedelerinin amansız kayıtları altında bağlanan Almanya, Bulgaristan; Macaristan da ise bu askerleşmek ve silahlanmak arzusu bir hırs halini almıştır. Bizim orduya ve askere ihtiyacımız diğer memleketlere nazaran büsbütün başkadır. İsviçre bitaraflığını devletlere tanıtıp ordusunu tamamen lağvedebilir. Fakat bizim için buna imkân yoktur. Ordusuz Türkiye istiklalsiz bir toprak; bir hinterlanttır.

Dünün bitaraf bir devleti olan Belçika bugün İngiliz fabrikalarına on binlerce İngiliz lirası kıymetinde harp levazımı, tayyare sipariş etmektedir.

***

Toprağımız çok ve iyi mahsul vermemektedir. Biz bunun sebeplerini bularak izale etmeliyiz. Toprağımızın az mahsul vermesi onunla meşgul olan ellerin ehil olmamasından ileri gelmektedir. Yapılan kimyevi tahliller bilhassa nehir kenarındaki topraklarımızın dünyanın en mümbit kara topraklarından olduğunu göstermektedir.

Memleketin her tarafı bol sulu nehirlerle sulanmıştır. Mesut cemiyetler; medeni memleketler için birer refah vasıtası olan nehirler bizde yazın hastalık; kışın ölüm getirmektedir.

Topraklarımızın iyi mahsul vermemesine gelince bu teşkilat noksanlığından; küçük ziraat eshabının himaye edilmemesinden ileri gelmektedir.

İş bölümü muasırı bulunduğumuz iktisadi ve sınaî müesseselerin inkişaf ve tekâmülünde çok mühim bir rol oynamıştır. Bizim mektep ve idare müesseselerimize bile henüz girmeyen bu tılsımlı düsturun ziraat erbabı arasında mevcudiyetini iddia etmek bilmem ne derece doğrudur? İş bölümü sisteminin muhtelif müesseselere tatbiki XIX ve XX. asırların muvaffakiyetini temin eden hadiselerin en mühimi olmuştur.

Köylümüz çok acıklı bir vaziyettedir. Köy kanunlarının parlaklığı, kelimelerin güzelliği ve nihayet hüsnü niyetin mevcudiyeti kâfi değildir.

Köylünün ziraatında, mesainde iş bölümü nedir bilinmez.

Köylü otlakta öküzlerini yayar; sapanını biler, yemeğini, evini yapar, duvarını örer, tarlasını sürer, buğdayını biçer, öğütür, kasabaya iner, odun satar, gaz alır, bunlara mümasil binlerce iş yapar. Köylümüzün böyle muhtelif işleri yapmaya mecbur, oluşu, mesaisinde müspet bir iş bölümünün olmaması elde etmiş olduğu neticelerin parlak olmamasına sebep olmaktadır. Eğer bir köy halkının bir kısmı yalnız tütün ziraatı ile meşgul olursa bittabi bu köyün tütünü sırasında karpuz, kavun ekip tütün ziraatı ile meşgul olan köyün tütününden çok farklı ve çok nefis olur. Milli istihsalatımızın, milli iktisadiyatımızın belkemiğini teşkil eden mahsulâtımızın tekemmülü için ziraatımıza iş bölümü esasını sokup köylünün yapacağı işlerde ona ihtisası öğreterek çalıştırmalıyız.

Bugünkü demokrat müesseselerde (köylü) milli refahın, milli müdafaanın en canlı bir unsurudur.

Muhteşem zaferler temin eden muzaffer orduların adsız kahramanları köylüdür. Milli servetleri temin eden fert cüzilerin yine köylüdür. Milli müdafaa kadar milli servetimizi korumaya mecburuz. Bu da ancak köylünün terfihi ile mümkündür. Ziraata müteallik mahsulâtımızı fenni ve medeni esaslar dâhilinde temin ve ihraç etmeliyiz. Bize para veren müşteri: yumurtanın iyisini, incirin kurtsuzunu ister. Binaenaleyh ihracatımızda mühim bir yekûn teşkil eden zirai istihsalatımızı medeni bir hale ifrağ etmeliyiz.

Bunun için Anadolu’nun muhtelif mıntıkalarında resmi devlet panayırları vücuda getirmeliyiz. Bu panayırlara iştirak edecek köylü mahsulünü nakilde devlet vasıtalarından istifade etmelidir.

Köylü mahsulünün tekemmülünde: köylüyü tenvire bilhassa ehemmiyet vermeliyiz.

Binaenaleyh köy tedrisatına: genç köylüyü tenvire bilhassa ehemmiyet vermeliyiz.

Memleketleri kurtaran ordular: Ordulara kuvvet ve hareket veren milli iktisatlarıdır. Memleketimizi korumak için milli iktisadı: milli ziraatı; milli hayatı kurtarmak mecburiyetindeyiz.

Bunun için; Atsız kahramanları! Adsız müstahsilleri kurtarmaklığımız lazımdır.

Hüseyin Nihal Atsız, 15 Mart 1932, Atsız Mecmua

İlgili Makaleler

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

Başa dön tuşu