Kırk Kahraman ve Kürşad – Alparslan Türkeş
“Bir kahramanlık, kendini bekleyen tehlikelerin büyüklüğü ve çokluğu nispetinde kıymet kazanır. Kurtuluş ihtimallerinin sıfır veya sıfıra çok yakın olduğunu bilerek, millet yolunda, kutsal bir dava uğrunda, mücadeleden yılmayanlar, insanlığın üstüne yükselirler ve adeta ilahlaşırlar.
Fani bir hayatın esiri olarak günün birinde sönmeğe mahkum bulunan insanoğlu, yeryüzüne daima ebedileşmek imkânlarıyla birlikte doğar. Maddi sevkıtabiîlerden ruhunu biraz kurtarabilmiş olanlar, her zaman tarihte yer almak ve gönüllerde taht kurmak ihtimallerine sahiptirler. Cemiyete hizmet ve tabiata hükmetmek ihtirasları, insanları şahikalara doğru yükselten, en emin yollardır. Böyle çetin fakat asil bir yolu seçmiş olan kahramanlar, yaşadıkları devirler içinde bir meşale gibi parlar ve milletlerine ışık ve ruh verirler. Üzerinden ne kadar zaman geçmiş olursa olsun, insanlığın üstüne yükselen böyle varlıklar, tazeliklerini ve hayatiyetlerini daima muhafaza ederler. Tarih sayfaları karıştırılarak, mazinin derinliğine doğru bakıldığı zaman, bunlar önümüzde abide gibi yükselirler ve millete ışık saçarak yol gösterirler.
Tarihimizden değil, uzak Türk tarihinden, büyük bir kahramanlık olayından bahsedeceğim. Bu olay geçmişin unutma örtüşü altında kalmış çok parlak, parlak olduğu kadar da çok hazin bir harekettir ve İsa’dan sonra 600. yılda meydana gelmiştir.
O sıralarda Japon denizinden, Hazardenizi’ne kadar uzanan ve Çin’i, İran’ı, Bizans’ı titreten Göktürk İmparatorluğu, entrikalar yüzünden Doğu ve Batı olmak üzere ikiye ayrılmıştır. Doğudaki devletle Batıdaki devletin arası, saraya ve orduya sokulmağa muvaffak olan, Çinliler ve diğer yabancılar yüzünden iyice açılıyor . Doğu Göktürk devletinin basında bulunan Kara Kağan kendinden önce hakan olan ağabeysini zehirleyen Çinli yengesiyle evlenmekte mahzur görmüyor ve bu katil kadının fettanlığının esiri olarak Çinlilere alet oluyor. Bu yüzden Göktürk devleti, birçok parlak muharebelere rağmen yıkılıyor ve o bölgede bulunan Türkler Çinlilere esir düşüyor. Çinliler Türkleri Çin’e hicret ettirerek şehirlere dağıtıyorlar. Bu arada Kara Kağan’la kardeşinin iki oğlunu ve diğer Türk ileri gelenlerini Çin’in merkezi bulunan SÎYANGFU şehrine götürerek orada ikamete memur ediyorlar. Çok geçmeden Kara Kağan orada tutsak olarak ölüyor. Bunun üzerine Çinliler rehine olarak Kara Kağan’ın kardeş çocuklarından Tung Yabgu’yu Çin sarayına hapsediyorlar. Serbest bulunan Kara Kağan’ın diğer yeğeni KÜRŞAD ise her gün Türkleri kurtarmak için çareler arıyor.
Tam bu sırada diğer Türk beyleri de gizli toplantılar yaparak, Çinlilere isyan edip Çin împaratorunu öldürmeğe ve böylece, yere düşen gök bayrağı yeniden yükseltmeğe karar veriyorlar. Bunun için çok yiğit olan herkes tarafından çok sevilen KÜRŞAD’I kendilerine Hakan seçiyorlar. Fakat bunu duyan KÜRŞAD ihtilale baş olmayı, saldıranların en önünde dövüşmeği kabul etmekle beraber. Hakanlığı reddediyor, ‘”Millet için dövüşmek ve bu uğurda gerekirse Ölmek bana yeter. Hakanlık sarayda hapis bulunan amcamın oğlunun hakkıdır.” diyor. Birçok yalvarmalara rağmen Hakanlığı kabul etmiyor. Böylece herkes, uzun tartışmalardan sonra KÜRŞAD’in feragat örneği olan ısrarı karşısında onun teklifim kabul etmek zorunda. kalıyor. Ertesi akşam saraydan dışarıya gezmeğe çıkacak olan Çin Hükümdarım öldürmeğe ve hep beraber Çin sarayım basarak Tung Yabgu’yu kurtarıp Hakan ilan etmeğe ve yeni bir Türk devleti kurmaya karar veriyorlar. Baskın gecesi sözleşilen zamanda, Çin sarayının etrafında toplandıkları vakit, aksi bir talih eseri olarak bardaktan boşanır gibi bir yağmur yağmaya başlıyor.
Yağmurun altında biraz bekledikten sonra, Çin Hükümdarının bu akşam dışarı çıkmaktan vazgeçtiğini öğreniyorlar. Bunun üzerine, Çinlilerin bu teşebbüsten herhangi bir şekilde haberdar olmaları ihtimaline karşı, baskının başka bir aksama bırakılmasını doğru bulmuyorlar. Bu ihtimali önlemek için, baskının geciktirilmeden hemen o gece yapılmasını uygun görüyorlar.
KÜRŞAD arkadaşlarının adlarım bir, bir okuyarak hepsini yoklama ediyor. Türk milletinin en ileri gelenlerinden 40 Bey’in orada hazır olduklarım görüyor. Artık daha fazla beklemeden Çin İmparatorunun sarayına saldırıyorlar. En önde yalnız KÜRŞAD yürüyor… Sarayı binlerce Cin askeri muhafaza etmektedir. Saldıranlar ise yalnız kırk kişi… Yıldırım gibi düştüğü yeri yakan, kasırga gibi önüne geleni süpüren 40 kişi… Birkaç dakikada dış kapıdaki muhafızları tepelediler, sarayın bahçesine doldular ve oradan iç kapıya yüklendiler. Orayı da geçtiler… Şimdi İmparatorun dairesine doğru yürüyorlar. Fakat bu Çinli askerler ne kadar da çok… İlerden, geriden sürü, sürü saldırıyorlar.
40 kahramandan ikişer, üçer yaralanıp düşenler var. İşte nihayet İmparatorun dairesine ulaşabildiler. Fakat odalar bomboş. Hiç kimseler yok. Acaba İmparator bu kadar çabuk nasıl da kaçabilmiş?
Ne ise uzun boylu düşünmeğe meydan yok. Geri dönmek lazım. KÜRŞAD, “ahırlara doğru çekileceğiz” diye buyruk veriyor ve ahırlara doğru yol alıyorlar. Fakat her adımda karşılarında yüzlerce Çinli peyda oluyor, dövüşe dövüşe yürüyorlar. Beş on Çinli yıkılıyor ve bir kahraman devriliyor. Nihayet kırklardan ancak ondördü ahırlara ulaşıyor. Kendileri yürüyüp gidinceye kadar vakit kazanmak için, üç kişi, ahır kapılarında artçı olarak bırakılıyor. Diğer onbir kişi atlara binerek Vey Irmağına doğru dörtnala koşuyorlar. Yorgun ve yaralı onbir kişi, ırmağın kenarına vardıkları zaman, akşamdan beri yağan yağmurlar yüzünden kabaran suların köprüleri söküp götürdüğünü görüyorlar. Sekiz saat önce, geçit veren sular, şimdi geçilmez olmuştur. Düşman durmadan yaklaşıyor, saldıranlar sürüler halinde binlerle geliyorlar. Karşılarında yalnız onbir kişi var… Yağmur durmadan yağıyor. Ara sıra çakan şimşekler gerilmiş yüzlerin!, büyümüş gözlerin! aydınlatıyor. Ellerinde kılıçları, Türk’e yaraşan bir fütursuzlukla atlarının üstünde dimdik duruyorlar ve ölünceye kadar çarpışmak üzere düşmanın yaklaşmasını bekliyorlar.
Artık düşman yaklaşmıştır. Göğüs göğüse atılıyorlar ve çarpışmaya başlıyorlar. Onbir kahramandan her biri birer birer devriliyor. En son da KÜRŞAD gün doğarken 40 yarasından kanlar sızarak can veriyor ve gözleri açık olarak cesedi atinin üstünde dimdik kalıyor. Bu esnada Vey Irmağının suları deli deli akıyor ve yağmur yağmaya devam ediyordu.
Bu kahramanlık menkıbesi birkaç gün içinde Cinde bulunan bütün Türklere yayılıyor ve onlar arasında bir kurtuluş ruhu ve bir ihtilal havası yaratıyor. Çok geçmeden de hepsi birden isyan ederek KÜRŞAD’ın yolundan hürriyet ve istiklale kavuşuyorlar. Türk tarihi, uzak ve yakın böyle kahramanlık olaylarıyla doludur. Kahramanlık Türklüğün başlıca vasıflarından biridir. Şairlerimizden birinin dediği gibi Türk milleti için:
Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir
Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmemektir
Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir.
Kahramanlık: saldırıp bir daha dönmemektir.”
* İlk yayın tarihi : 26 Ağustos 1951, Alparslan Türkeş