Siyâsî Türkçülük – Ziya Gökalp
Türkçülük siyasi bir fırka[1] değildir; ilmi, felsefi, bedii[2] bir mekteptir; başka bir tabirle, harsî bir mücahede[3] ve teceddüd[4] yoludur. Bu sebepledir ki, Türkçülük şimdiye kadar bir fırka şeklinde siyasi mücadele meydanına atılmadı; bundan sonra da, şüphesiz, atılmayacaktır.
Mamafih[5], Türkçülük büsbütün siyasi mefkûrelere[6] bigane[7] de kalamaz. Çünkü, Türk harsı, sair[8] mefkûrelerle beraber, siyasi mefkûrelere de maliktir. Mesela, Türkçülük hiçbir zaman klerikalizmle, teokrasi ile, istibdatla itilaf[9] edemez. Türkçülük asri[10] bir cereyandır ve ancak asri mahiyette[11] bulunan cereyanlarla ve mefkûrelerle itilaf edebilir.
İşte, bu sebepledir ki bugün Türkçülük Halk Fırkası’na müzahirdir[12]. Halk Fırkası, hükümranlığı millete yani Türk halkına verdi. Devletimize (Türkiye) ve halkımıza (Türk milleti) adlarını bahşetti. Hâlbuki, Anadolu inkılabına kadar, devletimizin, milletimizin, hatta lisanımızın adları (Osmanlı) kelimesi idi, (Türk) kelimesi ağza alınamazdı. Hiç kimse (Ben Türküm) demeye cesaret edemezdi. Son zamanda, Türkçüler böyle bir iddiaya cüret ettikleri için, sarayın ve eski kafalıların menfuru[13] oldular. İşte, Halk Fırkası’nın annesi olan Mü- dafaa-i Hukuk Cemiyeti, büyük müncimiz[14] olan Gazi Mustafa Kemal Paşa Hazretlerinin irşat[15] ve rehberliğiyle bir taraftan Türkiye’yi düşman istilalarından kurtarırken, diğer taraftan da devletimize, milletimize, lisanımıza hakiki adlarını verdi ve siyasetimizi mutlakiyetin ve unsurlar siyasetinin son izlerinden bile kurtardı. Hatta, diyebiliriz ki, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, hiç haberi olmadan Türkçülüğün siyasi programını tatbik etti. Çünkü, hakikat birdir, iki olamaz. Hakikati arayanlar, başka başka yollardan hareket etseler bile, neticede aynı hedefe vasıl[16] olurlar. Türkçülükle halkçılığın nihayet aynı programda birleşmeleri, ikisinin de nefsül-emre[17] ve şeniyete[18] mutabık olmasının bir neticesidir. İkisi de tam hakikati buldukları içindir ki, tamamıyla birbirine mutabık kaldılar. Bu ayniyetin bir tecellisi de şudur ki, bütün Türkçülerin -hiçbir müstesnaları olmamak üzere- Anadolu mücahedesine[19] iştirak etmeleri ve onun en ateşli müdafileri[20] olmalarıdır. Türkiye’de Allah’ın kılıcı halkçıların pençesinde ve Allah’ın kalemi Türkçülerin elinde idi. Türk vatanı tehlikeye düşünce, bu kılıçla bu kalem izdivaç ettiler. Bu izdivaçtan bir cemiyet doğdu ki adı Türk milletidir.
İstikbalde de daima halkçılıkla Türkçülük el ele vererek mefkûreler[21] âlemine doğru beraber yürüyeceklerdir. Her Türkçü siyaset sahasında halkçı kalacaktır. Her halkçı da hars[22] sahasında Türkçü olacaktır. Dinî ilmihalimiz, bize “aka- itte[23] mezhebimiz Maturidilik ve fıkıhta mezhebimiz Hanefilik” olduğunu öğretiyor. Biz de buna teşebbühle[24], şu desturu ortaya atabiliriz: “Siyasette mesleğimiz halkçılık ve harsta mesleğimiz Türkçülüktür.”
[1] fırka: parti
[2] bedî’î: güzel, güzellik
[3] mücâhede: uğraşma, savaşma
[4] teceddüd: tazelenme, yeni olma
[5] ma’mâfîh: bununla birlikte
[6] mefkûre: ülkü
[7] bî-gâne: kayıtsız, yabancı
[8] sâir: başka, diğer
[9] itilâf: bağdaşma
[10] ‘asrî: çağdaş, zamana uygun
[11] mâhiyyet: bir şeyin aslı, esası
[12] müzâhir: yardım eden, koruyan
[13] menfûr: nefret edilen
[14] müncî: kurtaran
[15] irşâd: doğru yolu gösterme, uyarma
[16] vâsıl: erişen, ulaşan, kavuşan
[17] nefs-ül-emr: işin hakikati, aslı
[18] şe’niyyet: gerçek, gerçeklik
[19] mücâhede: savaş
[20] müdâfî: koruyucu
[21] mefkûre: ülkü
[22] hars: kültür
[23] ‘akâid: inanılan şeyler
[24] teşebbüh: benzetme
http://kdm.anadolu.edu.tr/TurkKlasikleri/Turkculugun_Esaslari.pdf
Çok doğru.
Siyasi Türkçülük içerisinde de farklı alt akımlar ve yorumlar bulunabilir.