Türk Devlet Yönetiminde Töre
Türk düşüncesine göre, İslam öncesi çağlarda Türk Kağanları, Tengri’den kut alırdı. Tengri’nin kut verdiği kimsenin, bireysel yiğitliği ve becerisi ile kendini gösterip, ön plana çıkacağına ve başa geçeceğine inanılırdı. Devlet, Töre’ye göre yönetilirdi. Yabancı unsurların karışmamış olduğu Türk devlet yapılanmalarında, bütün yasalar Töre’ye göre belirlenirdi. Yani, Tengri’nin kut verdiği kişiler Töre’ye uymak zorundaydı. Öyleyse, Tengri’den kut alan Kağan’dan da üstün olan Töre, Türklerin eski dininin de kendisi idi. Töre’ye uyan, Tengri’nin hoşnutluğunu kazanmış olurdu. Töre’ye uymayanlar ise bu dünyada da cezalandırıldı.
Kağanlar, kuta sahip olsalar da bir peygamber, bir veli konumunda görülmemişlerdi. Zira Kağan, Tengri’den kut aldığına inanıldığı için kutsal kabul edilmekteydi. Kendisi ve toplum, Kağan’ın normal bir insan olduğunun farkındaydı. Bilinmekteydi ki, Tengri kut verdiği gibi, verdiği kut’u geri alabilirdi. Kut’unu yitirdiğine inanılan ve başarısız olan bazı Kağanlar zaman zaman görevinden alınmış, hatta öldürülmüştü. Bu durum Kutadgu Bilig’de şöyle açıklanmaktadır: “Kut’un tabiatı hizmet, şiarı adalettir. Fazilet ve kısmet de Kut’tan doğar. Ey hükümdar! Sana Tengri kut verdi. Beyliğe yol ondan geçer. Her şey Kut’un elinin altındadır, bütün istekler onun vasıtası ile gerçekleşir. Tengri kimi iktidar sahibi yaparsa, o iki dünyada da mesut olur. Bey (hükümdar) bu makama sen kendi gücün ile gelmedin, onu sana Tengri verdi. Hükümdarlar, iktidarı Tengriden alırlar.” Buradan da anlaşıldığı gibi hükümdarın mutlak hakim olmasından çok, milletine karşı olan görevlerini yerine getirmesi önemliydi. Töre, hükümdarın vazifesini belirler, denetler ve gerektiği zaman ceza hükümlerini uygulardı.
Gök-Türk Kağanlığı döneminde babası Taspar Kağan tarafından vasiyet edilmesine rağmen Ta-lo-pien’in tahta geçmesi devlet meclisi tarafından engellenmişti. Taspar Kağan ölünce devlet adamları vasiyeti doğrultusunda Ta-lo-pien’i tahta geçirmek istemişlerdi, ancak annesinin çinli bir prenses olması sebebiyle böyle bir kişinin kağan olarak başa geçmesi Töre’ye aykırıydı. Bu durum devlet meclisinde yapılan tartışmalarla halledilmeye çalışılmıştı. Ancak Kara Kağan’ın oğlu She-t’u’nun devlet meclisine gelerek ancak Taspar’ın oğlu An-lo’nun tahta geçmesi durumunda kağana itaat edeceğini söylemesi de Ta-lo-pien’in başa geçmesi durumunda beylerden gelecek tepkiyi göstermekteydi. Sonuçta, devlet meclisi de Töre’ye uyarak devletin devamını arzuluyor ve bunun için çalışıyordu. Kağan olarak Taspar’ın oğlu An-lo seçildi. Fakat Ta-lo-pien’in bu durumu kabul etmemesi ve An-lo’nun ülkedeki huzuru sağlayamaması üzerine devlet meclisi yeniden toplanmak zorunda kaldı ve yapılan müzakereler sonucunda She-t’u tahta geçti. Bu durum da son sözü Töre’nin söylediğini ve devlet kademelerinin Töre’nin uygulanması yönünde çalıştığını, Kağan’ın üzerinde bir denetleme mekanizmasının olduğunu bize göstermektedir.
630’a doğru Doğu Gök-Türk ordusunu mağlup eden P’u-sa zamanında Uygurlar kuvvet kazanmış, bilhassa annesi Vu-lo-hun’un ciddiliği ve Töre hükümlerini uygulamaktaki titizliği ile “Uygurlar” tamamen nizama girince “Erkin” yerine “İlteber” ünvanı kullanılmaya başlanmış, Töre’nin tesis edilmesi ve ülkenin düzene girmesi sonrası Çinliler tarafından 646 yılında resmen tanınmış olması, Töre’nin Türk devleti için önemini ortaya koymaktadır.
Yönetici hanedanının Museviliği seçmiş olduğu Hazarlarda dahi hukuk işleri Museviliğe göre değil Töre hükümlerine göre düzenlenmiştir.
Orhun Anıtları’nda Töre sözcüğü 11 yerde geçmekteyken, 6’sında “il”(ülke) ile birlikte kullanılmıştır. Diğer 5 yerde de “il” ile bağı açık bir şekilde belirtilmiştir. Öyleyse, Türk devletinin karakteristik yapısına göre, Türk devleti, Türk ülkesi Töre hükümlerine dayalı bir kuruluştur.
“Cihanı idare etme” düşüncesi İslam sonrasında da Türk devletlerinde de yaşamakta idi. Oğuz Kağan Destanından ve Uygur hükümdar ailesinin menşei efsanesinden başka, Batı Hun imparatoru Attilâ, Hun başbuğu Uldız, Gök-Türk sınır kumandanı Türk-şad haklarındaki tarihî vesikalar da ve Orhun kitabelerinde görülen ve “Güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar” dünyanın, Töre’ye göre, Türk hükümdarı tarafından idare edilmesi ülküsü olan eski Türk cihan hâkimiyeti düşüncesi, Selçuklu çevresinde bütün canlılığını muhafaza ediyordu. Kâşgarlı Mahmud şöyle demektedir: “Tanrı devlet güneşini Türklerin burcunda doğdurmuş, göklerdeki dairelere benzeyen devletleri onun saltanatı etrafında döndürmüş, Türkleri yeryüzünün hâkimi yapmıştır’. Türklük şuurunun kuvvetli tutulmasını sağlayan ilmi, edebi sahadaki faaliyetlere imkan hazırladıklarını bildiğimiz Türk-Kıpçak devleti sınırları içerisinde Bozkır-Türk gelenekleri devam ettiriliyor, “Töre” hükümleri devam ettiriliyor ve devlet de doğrudan doğruya Türk adını taşıyordu. Osmanlılarda ise şeriat hükümleri yanında örfi hukuk da varlığını sürdürmüş ve Töre’nin devlet hukuku üzerindeki etkisi devam etmiştir.
Töre’de, zamanın ve çevrenin koşullarına göre, bir takım esaslar sabit kalmak kaydıyla değişiklikler yapılmaktaydı. Kağan, Töre’ye yeni hükümler ilave edebiliyordu. Bilge Kağan “hükümdar olduğu zaman Türk milletinin ilini ve Töre’sini düzenledi” derken bu husustan bahsetmekteydi. Adalet, iyilik, eşitlik ve insanlık olmak üzere dört temel esasa dayanan Töre, farklılaşan sosyal şartlara da uyum sağlayan bir yapıya sahipti. Böylelikle Töre, üst düzeyde bir toplum nizamı temin ederdi.
Töre’nin sarsılıp bozulduğu, ordunun kuvvetten düştüğü yıllarda ise halkalar arası işbirliği ve nizam bozularak il çözülmekte idi.
Görülüyor ki, Türk Devleti bir aşiret devleti olmamıştır. Türk devletinin tarihinde zorba iktidardan, keyfi idareden ve ülkenin hükümdar ve ailesine ait özel mülk sayıldığı için hanedan üyeleri arasında basitçe bölüşüldüğünden bahsedilmesi, tarihi ve ilmi gerçeklere aykırı, kaynaksız görüşlerdir. Türkleri, bazı milletler gibi bu yönde istismarcılık yoluna sürüklenmekten alıkoyan husus, “beylik gururu”na sahip olmalarıdır. “Beylik gururu”, yalnız öğünme vesilesi olan basit bir psikoloji değil; Tengri’den kaynak alan üniversel devlet telâkkisinin gereği olarak, asıl özelliği, karşılık beklemeden koruyucu ve düzenleyici olmasıdır. Bir ailede baba neyse, bir budunda da beylerin yeri odur. Bu ise hüküm akına alınmış insanları sevmekte temellenir. İnsan sevgisinden doğan koruyuculuk; adalet, hürriyet ve eşitlik düşüncesini getirmiştir. Türk devletlerinde görülen Töre prensipleri böylece daha açık bir mâna kazanmaktadır. Türklerin tarihte çeşitli kavimleri idare etmekte gösterdiği başarıların sebebini burada aramak gerekmektedir.
Devlet teşkilâtında doğu-batı (sağ-sol) tarzındaki yansımasından da görüldüğü üzere ve kaynaklardaki ifadesi ile “Güneş’in doğduğu yerden battığı yere kadar insanları Töre’nin ve dolayısıyla Türk’ün himayesine almak şeklinde belirlenen bu büyük “dünyayı yönetme ülküsü”nün destanlarda, efsanelerde ve yazılı eski vesikalarda yer almış silinmez izleri vardır.
Dolayısıyla, Türk devleti, en küçük cemiyet birliğine, yani aileye varıncaya kadar nizam ve teşkilâta bağlı ve temel prensipleri insan sevgisi; şahsiyeti ezici müdahalelerden arınmışlık; Töre’ye güvenme iyimserliğinden doğan şevk ile daima canlı, hareketli bir hayat; inanç ve vicdan hürriyetinin sağladığı manevî huzura sahip bir sosyal mekanizma idi.
Öyleyse öncelikle tarihteki bu Türk aile yapısını yeniden tesis etmek ve Türk bünyesine uygun, sonradan bulaşan ahlaki bozuklukları yok edecek, Türk milletinin maddi ve manevi kalkınmasında birnevi katalizör görevi görecek devlet yapısını oluşturmak gerekmektedir. Türk aile yapısı ve Türk Devleti de birbirinden mutlak suretle etkileneceği için tarihçilerin, Türkologların, sosyologların, felsefecilerin, ruh bilimcilerin ve gerekli diğer alanlardan uzmanların bir araya gelmesi ve devlet hukukunun Türk’ün bünyesine uygun olarak yeniden düzenlenmesi gerekmektedir.
Necmi Sarı